top of page

Arşiv

Boş arama ile 142 sonuç bulundu

  • Circulose ve Tangshan Sanyou, Döngüsel Tekstile Yeni Bir Soluk Getirecek Stratejik Ortaklığa İmza Attı

    Sürdürülebilir moda ve döngüsel ekonomi alanında önemli bir gelişme yaşandı. İsveç merkezli, atık tekstillerinden geri dönüştürülmüş hamur (pulp) üreten Circulose , Çin’in önde gelen selüloz elyaf üreticilerinden Tangshan Sanyou  ile kapsamlı bir stratejik ortaklık kurduğunu duyurdu. Bu iş birliği, Circulose’un yenilikçi CIRCULOSE®  hamurunu kullanarak geliştirilen ReVisco™ elyafların büyük çapta üretimi ve ticarileştirilmesi açısından büyük bir dönüm noktası olarak görülüyor. Aynı zamanda Tangshan Sanyou’ya da uluslararası tanınırlığını artırma fırsatı sunuyor. Döngüsel Moda ve Sürdürülebilir Tekstilde Yeni Dönem Dünyada yükselen sürdürülebilir moda trendine cevap veren bu stratejik iş birliği, atık tekstilin geri dönüştürülmesi ve yenilenebilir kaynakların kullanımını yaygınlaştırmayı amaçlıyor. İki şirketin ortak hedefi, ReVisco™ elyafları için kalite, üretim kapasitesi ve fiyat istikrarını güvence altına alarak hem küresel markaların hem de tüketicilerin ihtiyaçlarına yanıt vermek. Böylece, tekstil sektörünün döngüsel ekonomiye geçiş süreci hızlanırken, markalar ve perakendeciler için daha çevre dostu çözümler sunulması hedefleniyor. Ortaklığın Kilit Noktaları CIRCULOSE® Hamuru : Circulose tarafından geliştirilen bu yenilikçi hamur, kullanılmış pamuklu tekstilleri yeniden değerlendirerek yüksek kalite standartlarına sahip elyaflar üretilmesine olanak tanıyor. ReVisco™ Elyaf : Tangshan Sanyou’nun ileri üretim teknolojileriyle ortaya çıkan ve CIRCULOSE® hamurunu kullanan ReVisco™ elyaflar, sürdürülebilir moda markalarının taleplerini karşılayacak şekilde ölçeklenebilir bir yapıya sahip. Uluslararası İvme : Bu iş birliği, Tangshan Sanyou’nun dünyanın önde gelen sürdürülebilir elyaf tedarikçilerinden biri olarak konumunu güçlendirirken, Circulose’un da küresel ölçekteki etkinliğini artırıyor. “Moda Endüstrisinde Döngüselliği Öncü Hale Getireceğiz” Circulose CEO’su Jonatan Janmark , “Tangshan Sanyou ile kurduğumuz bu güçlü ortaklık, dünya çapındaki büyüme stratejimizin kritik bir adımı. Hedefimiz, yenilikçi elyaf üreticileri ve sürdürülebilirliği önceleyen markalarla daha derin ilişkiler kurmak. ReVisco™ elyafların üretimini istikrarlı ve kontrollü bir şekilde artırırken, tekstil sektöründeki döngüsel dönüşümü hızlandıracağımıza inanıyoruz,” şeklinde konuştu. Tangshan Sanyou Kimyasal Elyaf İcra Başkan Yardımcısı Zhang Dongbin ise geri dönüştürülmüş pamuk tekstil atığının değerlendirilmesinin yeşil ve sürdürülebilir bir sanayi için kritik olduğunun altını çizdi. Dongbin, “CIRCULOSE® hamurunun pazar potansiyeline ve yeni stratejik yönelimlerine tam güvenimiz var. Altor Capital’in desteği ve Circulose ekibinin pazara dönük vizyonu sayesinde, sektörün marka ve tedarikçi arasındaki bağlarını güçlendirmeyi hedefliyoruz,” dedi. Çin Tekstil Sanayisinde Döngüsel Dönüşüm Canopy’nin “Hot Button Report”unda üst sıralarda yer alarak sürdürülebilirlik konusundaki başarısını tescilleyen Tangshan Sanyou, hali hazırda dünyanın en büyük CIRCULOSE® hamuru kullanıcısı konumunda bulunuyor. Şimdi ise büyük çaplı tekstil döngüselliğini bir adım öteye taşıma hedefiyle, Çin ve küresel tekstil endüstrisi için örnek bir model  oluşturuyor. Yeni Nesil Elyaflar ve Küresel Dönüşüm Circulose’un ileri seviye geri dönüşüm teknolojisi, Çin’in geniş ölçekli tedarik zinciriyle birleştiğinde sürdürülebilir tekstil ham maddeleri alanında yeni bir dönem başlıyor. ReVisco™ elyaflar, tüketicilerin ve markaların artan çevre dostu ve düşük karbon ayak izine sahip  ürün taleplerini karşılayacak. Bu ortaklık, üretimden nihai ürüne (T2T – Textile to Textile) kadar uzanan küresel bir dönüşüme işaret ederek tekstilde döngüsel ekonomiye  öncülük etmeyi amaçlıyor. Circulose Hakkında İsveç merkezli bir sürdürülebilir teknoloji şirketi olan Circulose, CIRCULOSE® adı verilen ham maddeyi geliştiren patentli bir geri dönüşüm sürecinin yaratıcısı. Kullanılmış tekstil atıklarını yüksek kaliteli selüloz elyaflara dönüştürmeyi başaran bu teknoloji, Fast Company  tarafından 2021’de Dünyanın En Yenilikçi Şirketleri arasında gösterildi ve 2023 World Changing Ideas Awards’ta ödül kazandı. 2020’de TIME  dergisinin “En İyi 100 İcat” listesine de giren CIRCULOSE®, modayı döngüsel hale getirme vizyonuyla 2012’de Stokholm KTH Kraliyet Teknoloji Enstitüsü’nden girişimciler tarafından kuruldu. Tangshan Sanyou Hakkında Tangshan Sanyou Group Xingda Kimyasal Elyaf, tasarımdan Ar-Ge’ye, üretimden satışa kadar entegre bir iş modeli sunan büyük ölçekli bir selüloz elyaf üreticisidir. Yılda 830 bin tonluk kapasiteyle konvansiyonel viskon, modal ve lyocell gibi farklı kuşaklardan 100’ü aşkın elyaf türü üretmektedir. Kuruluş, Ulusal Teknoloji İnovasyon Demonstrasyon İşletmesi , Ulusal Döngüsel Ekonomi Pilot Birimi  ve Ulusal Yeşil Fabrika  gibi birçok prestijli unvana sahiptir. Bu stratejik ortaklık; geri dönüşüm , yenilenebilir malzemeler , sürdürülebilir moda  ve döngüsel ekonomi  odağında büyüyen pazarın hızla genişleyeceğine işaret ediyor. Hem yatırımcılar hem de perakendeciler, tekstil sektörünün bu yeni çağına katılarak daha çevre dostu ve inovatif ürünler geliştirebilir, sürdürülebilir iş modellerini güçlendirebilirler.

  • Oysho ve Fulgar İşbirliği ile Eski Otomobil Lastiklerden Yeni Spor Kıyafetler

    Otomobil lastiklerinden iplik ve hatta spor koleksiyonu olur mu? Bu sorunun cevabı Oysho ve Fulgar işbirliğinde. Oysho, yüksek kaliteli spor ve günlük giyim anlayışını sürdürülebilirlik bakışıyla birleştirme hedefiyle yola çıktı ve bu amaçla iplik teknolojilerinde uzman Fulgar’la güçlerini birleştirdi. Ortaya çıkan işbirliği, eski otomobil lastiklerinden geri dönüştürülen ham maddelerle üretilen  Q-CYCLE® ipliğini kullanarak moda ve çevre duyarlılığını bir araya getiren spor koleksiyonu ile buluştu. Kaynak: fulgar.com Oysho ve Fulgar’ın ortak çalışması sonucu ortaya çıkan sürdürülebilir spor giyim koleksiyonu, çevreye duyarlı tasarım ile yüksek performansı buluşturan özel bir seri  olarak tanıtılıyor. Bu koleksiyondaki ürünler, Q-CYCLE® iplik kullanılarak üretildiği için her bir parça, içinde bir zamanlar otomobil lastiği olarak görev yapmış malzemeleri barındırıyor. Yani giysiler, daha önce yollarda tekerlek dönmesini sağlayan kauçukların şimdi sporda adımlarınıza eşlik etmesi  gibi ilginç ve ilham verici bir hikâyeye sahip. Bu spor koleksiyonunda; taytlar, sporcu sütyenleri, atletler ve benzeri aktif giyim ürünlerinin bulunması bekleniyor. Q-CYCLE® iplikli kumaşlar, Oysho’nun tasarımlarıyla buluşarak hem şık hem de teknik açıdan üstün ürünler ortaya çıkarıyor. Örneğin, Q-CYCLE®’in sağladığı esneklik ve dayanıklılık, bu giysilerin yoğun antrenmanlarda dahi formunu korumasına yardımcı oluyor. Nefes alabilir ve hızlı kuruyan yapıları ise sporcunun konforunu en üst düzeyde tutuyor. Oysho, bu koleksiyonla “eko-teknolojik”  bir atılım yaparak sürdürülebilirlikten ödün vermeden performans sunulabileceğini vurguluyor Elbette koleksiyonun en büyük farkı, sahip olduğu sürdürülebilirlik ve güvenlik sertifikaları  ile belgelenmiş olması. Q-CYCLE® iplikli bu ürünlerin, uluslararası geçerliliği olan bir dizi önemli sertifikaya sahip olduğu belirtiliyor. Özellikle Textile Exchange  tarafından geliştirilen RCS (Geri Dönüşüm İçerik Standardı) , ISCC PLUS  sürdürülebilirlik belgesi, LCA  yaşam döngüsü analizi onayı ve OEKO-TEX Standard 100 gibi etiketler, ürünlerin çevresel ve tüketici güvenliği açısından yüksek standartlara uyduğunu gösteriyor​ Bir başka deyişle Oysho x Fulgar koleksiyonunun her bir parçası, sadece sözde değil belgelendirilmiş şekilde sürdürülebilir. Bu da tüketicilere aldıkları ürünün gerçekten çevre dostu olduğundan emin olma imkânı veriyor. Fulgar’ın Pazarlama Müdürü Daniela Antunes , bu iş birliğini “daha sürdürülebilir bir geleceğe doğru atılmış somut bir adım” olarak nitelendiriyor​   Antunes’e göre Q-CYCLE® sayesinde “yenilik, potansiyel olarak kirletici atıkları değerli kaynaklara dönüştürebiliyor; üstelik günümüz spor giyiminde beklenen kalite ve performanstan ödün vermeksizin” bu dönüşümü gerçekleştirebiliyor​ Gerçekten de Oysho ve Fulgar, bu girişimleriyle yaratıcı çözümlerle çevre sorunlarına çare ararken kullanıcı deneyimini de mükemmelleştirebileceklerini  kanıtlamış oldular. Bu koleksiyon, moda ve tekstil sektöründe “döngüsel ekonomi”  yaklaşımının başarılı bir örneği olarak öne çıkıyor. BMH Yorumu - Neden Önemli? Moda sektöründe hâlâ yüksek miktarda atık ve enerji tüketimi söz konusu. Oysho ve Fulgar’ın bu girişimi, dönüşüme öncülük eden projelerden biri olarak öne çıkıyor. Eski lastik gibi kirletici potansiyele sahip malzemelerin yeniden kullanımı, çevresel zararı azaltırken aynı zamanda inovasyonla nelerin başarılabileceğini gözler önüne seriyor. Eski lastiklerin yeni bir yaşam bulduğu bu hikâye, hem sektör profesyonelleri hem de tüketiciler için son derece ilham verici. Bu girişim sayesinde, “daha iyi bir geleceğe giden yol” sloganının yalnızca bir söz olmadığı, doğru ortaklıklar ve teknolojilerle gerçeğe dönüştüğü görülüyor. Oysho ve Fulgar, bu koleksiyonla tekstil endüstrisinde değişimin mümkün olduğunu ve kaliteyi koruyarak sürdürülebilirliği yakalamanın bir hayal olmadığını gösteriyorlar. Elbette ki bu son değil, aksine bir başlangıç. Moda sektöründe bu tür inovasyonların yaygınlaşmasıyla, daha fazla atığın geri dönüştürülüp yeniden kullanıldığı, daha az doğal kaynağın tüketildiği bir geleceğe doğru ilerliyoruz. Tüketiciler de bu değişimin bir parçası olabilir: Sürdürülebilir koleksiyonları tercih ederek, döngüsel ekonomiye destek verebilir ve markaları bu yönde daha cesur adımlar atmaya teşvik edebilirler. Otomobil Lastiklerinden Üretilen İpliklerle İlgili Bilmedikleriniz Fulgar Kimdir? Fulgar, yarım asırlık tecrübesiyle tekstil sektöründe adından söz ettiren İtalyan bir iplik üreticisidir. Özellikle polyamid 6.6 (naylon)  ve elastomer alanında uzmanlaşmış olan şirket, teknik tekstillerden moda sektörüne uzanan geniş bir yelpazede sentetik iplikler üretip dağıtmakta​ Dünyanın dört bir yanına İtalyan kalitesini taşıyan Fulgar, inovasyona ve yüksek performanslı ürün geliştirmeye odaklanırken sürdürülebilirliği temel değerlerinden biri haline getirmiş. Şirketin yaklaşımı, kalite, yenilikçilik, yaratıcılık ve çevreye saygı gibi temel prensipler üzerine kurulu​ Bu sayede Fulgar, yıllar içinde sadece teknik üstünlüğüyle değil, aynı zamanda çevresel duyarlılığıyla da öne çıkan bir marka haline geldi. Fulgar’ın geliştirdiği çevreci iplik teknolojileri (örneğin Q-NOVA®, EVO® gibi) moda devleri tarafından tercih edilmekte ve tekstil endüstrisinde daha sürdürülebilir bir geleceğin yapıtaşlarını oluşturmakta. Kısacası, Fulgar yenilikçi ve yeşil çözümlerin öncüsü  olan, sektöründe lider firmalar arasında yer alıyor. Q-CYCLE® İplik İnovasyonu Nedir? Q-CYCLE® , Fulgar’ın en yeni ve çığır açıcı iplik inovasyonlarından biri. Bu ipliğin en büyük özelliği, ham maddesinin tamamen geri dönüştürülmüş kaynaklardan gelmesi. Q-CYCLE® iplik, ömrünü tamamlamış otomobil lastiklerinden  elde edilen ikinci yaşam hammaddeler kullanılarak üretiliyor​ Bu süreç, kimya devi BASF’ın ChemCycling® projesi sayesinde mümkün hale geliyor. Kullanım ömrü dolmuş lastikler, gelişmiş bir kimyasal geri dönüşüm yöntemi olan piroliz ile yağ formunda temel petrokimyasal bileşenlere dönüştürülüyor​ Ortaya çıkan bu geri dönüştürülmüş piroliz yağı, geleneksel fosil kaynaklı ham maddelerin yerine kullanılarak yeni polimerler sentezleniyor​ Sonuçta elde edilen polimer, Fulgar’ın uzmanlığıyla yüksek kaliteli poliamid 6.6 ipliğe dönüştürülüyor. Bu üretim modeli, kütle dengesi (mass balance)  adı verilen bir yaklaşımla yönetiliyor. Kütle dengesi, geri dönüştürülmüş malzemeler ile bakir (fosil) hammaddelerin karışık kullanıldığı üretim süreçlerinde, geri dönüştürülmüş içerik oranının titizlikle takip edilmesini sağlayan bir hesaplama sistemi olarak tanımlanabilir​ Bu sisteme göre üretim sürecinin başında ne kadar geri dönüştürülmüş hammadde kullanıldıysa, üretilen ipliğin belirli bir kısmına o oranda “geri dönüştürülmüş içerik” atfediliyor ve bu oran uluslararası sertifikasyon kuruluşlarınca denetlenip doğrulanıyor​ Yani Q-CYCLE® iplik üretiminde kullanılan atık lastik kaynaklı malzeme miktarı, çıkan ürüne şeffaf ve izlenebilir bir şekilde  yansıtılıyor. Q-CYCLE® ipliğin çevresel katkısı son derece önemlidir. Hem atık lastikleri bertaraf ederek çevre kirliliğini azaltması, hem de yeni petrol türevi plastik üretimine olan ihtiyacı düşürmesi sebebiyle fosil kaynak kullanımını ve karbon salımını ciddi ölçüde azaltır ​ Bir başka deyişle, Q-CYCLE® sayesinde atıl durumdaki lastikler değerli bir tekstil hammaddesine dönüşürken, üretim sürecinde ciddi oranda enerji ve ham madde tasarrufu sağlanıyor Teknik açıdan bakıldığında, Q-CYCLE® %100 geri dönüştürülmüş içerikli bir poliamid iplik  olmasına rağmen performans olarak bakir (yeniden üretilmiş) polyamid ile aynı düzeyde. Fulgar’ın açıklamalarına göre bu iplik, hafiflik, mukavemet (dayanıklılık) ve esneklik gibi polyamidden beklenen tüm avantajları sunuyor​   Ayrıca ipliğin üstün nem yönetimi ve nefes alabilirlik  özellikleri sayesinde cildi serin ve kuru tutabilmesi, spor giyim ürünleri için ideal bir yapı sağlıyor​   Özellikle yüksek performans gerektiren kompresyon giysileri  (örneğin sporcu taytları, destekleyici spor sütyenleri) için Q-CYCLE® iplik son derece uygun; terlemeyle oluşan nemi hızla dışarı atarak kullanıcının konforunu artırıyor​   Tüm bunlar gösteriyor ki, Q-CYCLE® ile geri dönüşüm ve yüksek performans ilk kez gerçekten ödün vermeden bir araya geliyor .   Sertifikalar ve Etiketler Ne Anlama Geliyor? Bu koleksiyonun sürdürülebilirlik iddiasını güçlü kılan unsurlardan biri de sahip olduğu uluslararası sertifikalar. Peki, RCS, ISCC PLUS, LCA, OEKO-TEX gibi etiketler neyi ifade ediyor? İşte kısaca bu önemli sertifikaların anlamları: RCS (Recycled Claim Standard) : Textile Exchange tarafından geliştirilen Geri Dönüşüm Beyan Standardı , bir ürünün belirli oranda geri dönüştürülmüş malzeme içerdiğini ve bu geri dönüştürülmüş içeriğin tedarik zinciri boyunca izlenip doğrulandığını belgeleyen bir sertifikadır​ RCS sertifikalı bir ürün aldığınızda, o ürünün içerisindeki geri dönüştürülmüş materyalin gerçekten geri kazanılmış atıklardan geldiği ve üretimin her adımında bu bilginin doğrulandığı garanti edilir. Bu standart, geri dönüşümün desteklenmesi ve şeffaflığın sağlanması açısından önem taşır. ISCC PLUS (International Sustainability & Carbon Certification) : Uluslararası Sürdürülebilirlik ve Karbon Sertifikasyonu’nun genişletilmiş bir versiyonu olan ISCC PLUS, ham maddeden nihai ürüne kadar tüm tedarik zinciri boyunca sürdürülebilirlik ve izlenebilirlik  kriterlerini doğrulayan bir sistemdir​ Özellikle biyokütle ve geri dönüştürülmüş içeriklerin kullanıldığı kimyasal ve teknik uygulamalarda tercih edilir. Bir ürün ISCC PLUS etiketine sahipse, o ürünün üretiminde kullanılan hammaddelerin sorumlu bir şekilde temin edildiği, fosil kaynak kullanımının azaltıldığı ve süreçlerin belirli sürdürülebilirlik gerekliliklerini karşıladığı anlamına gelir. LCA (Life Cycle Assessment – Yaşam Döngüsü Analizi) : Bir ürünün yaşam döngüsü boyunca çevreye olan etkilerini değerlendiren bilimsel bir yöntemdir​. Hammaddenin elde edilmesinden ürünün üretimine, dağıtımına, kullanımına ve ömrü sonunda bertaraf edilmesine (ya da geri dönüştürülmesine) kadar geçen tüm aşamalardaki enerji tüketimi, su kullanımı, karbon ayak izi gibi etkiler LCA ile analiz edilir. Q-CYCLE® iplik ve Oysho koleksiyonu için LCA yapılmış olması, bu ürünlerin yaşam döngüsü perspektifinde çevresel avantajlarını  ortaya koyar. Örneğin, geleneksel bir polyamid ipliğe kıyasla Q-CYCLE®’in ne kadar karbon emisyonu tasarrufu sağladığı ya da atık azaltımına katkısı LCA raporlarıyla belirlenir. LCA bir sertifika olmaktan ziyade bir değerlendirme aracı olsa da, bu tür projelerde ne kadar çevreci kazanım elde edildiğini sayısal verilerle kanıtlamak  için kritik öneme sahiptir. OEKO-TEX Standard 100 : Dünya çapında bilinen OEKO-TEX® Standard 100  sertifikası, tekstil ürünlerinin zararlı kimyasal maddeler içermediğini ve insan sağlığı açısından güvenli olduğunu garanti eder​ Bir kumaş veya giysi OEKO-TEX 100 etiketine sahipse, üretiminin her aşamasında (iplikten boyaya, düğmeden lastiğe kadar) sıkı kimyasal testlerden geçerek belirlenen sınır değerlerin altında kaldığı onaylanmıştır. Oysho x Fulgar koleksiyonunun bu sertifikaya sahip olması, spor giyim ürünlerinin sadece çevre için değil kullanıcıların cildi için de güvenli  olduğunu, alerjen veya toksik madde barındırmadığını gösterir. Özellikle spor gibi yüksek eforlu aktivitelerde giyilen ürünlerin tene doğrudan temas ettiği düşünülürse, bu güvence tüketiciler için büyük bir artıdır. Bu sertifikalar, söz konusu koleksiyonun her açıdan sürdürülebilirlik iddiasını doğrulayan mühürler  olarak görülebilir. Hem çevresel açıdan (geri dönüştürülmüş içerik, düşük karbon ayak izi vb.) hem de tüketici sağlığı açısından (kimyasal güvenlik) ürünlerin uluslararası standartlara uyduğu bu etiketlerle belgelenmiş.

  • Trump’ın Vergi Hamlesi Moda Tedarik Zincirlerini Yeniden Şekillendiriyor

    Türkiye, Fas ve Mısır Yeni Üretim Merkezleri Olarak Öne Çıkıyor Yazı: Ayşenur Ülvan Erkan Dünya moda sektörü, ABD Başkanı Donald Trump’ın 2 Nisan 2025 tarihinde duyurduğu kapsamlı ithalat tarifeleriyle sarsıldı. Özellikle Vietnam, Kamboçya, Bangladeş ve Çin gibi büyük üretim merkezleri, yüzde 30 ila 50’leri aşan yüksek ek vergilerle karşı karşıya. ABD’nin gümrük vergisi politikasında şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş bu adım, tedarik zincirlerini ve küresel moda piyasasını yeni arayışlara sürükledi. ABD’nin uygulamaya koyduğu kapsamlı gümrük tarifeleri kararı, moda endüstrisinde son yılların en büyük sarsıntılarından birini yarattı. Önce çelik ve otomotiv gibi sektörleri hedef alan korumacı politikalar, şimdi de moda sektörünü doğrudan etkisi altına aldı. Trump yönetiminin 180’i aşkın ülkeye  ve moda üretiminin başlıca bölgelerine ağır vergiler getirmesi, küresel ölçekte markaları hazırlıksız yakaladı ve sektörü adeta şoka uğrattı ​ Bu “tarife şoku” kapsamında ABD’ye yapılan tüm ithalat kalemlerine %10 ek vergi konulurken; özellikle Çin, Vietnam, Pakistan, Bangladeş gibi moda tedarik zincirinin merkez üssü konumundaki ülkelere sırasıyla %54, %46, %29 ve %37  oranında gümrük vergileri getirildi. Avrupa Birliği menşeli ürünler de %20’lik tarife ile hedef alınarak bu kapsamda “kötü aktör” ilan edilen bölgeler arasına katıldı​ Bu beklenmedik karar, moda markalarını ham madde tedarikinden üretime ve dağıtıma kadar yayılmış küresel yapılarını yeniden gözden geçirmeye zorladı. Alınan kararın hemen ardından, moda sektörü temsilcileri  bu gelişmenin tam olarak nasıl etki edeceğini öngörmekte güçlük çekti. Zira günümüz modasında ürünlerin üretimi tek bir ülkeye bağlı değil; örneğin bir tasarımın kumaşı İtalya’dan, aksesuarları Çin ve Güney Kore’den tedarik ediliyor, nihai dikimi ise Türkiye’de gerçekleşiyor. Böylesine parçalı bir tedarik ağında hangi aşamada hangi oranda vergi uygulanacağı belirsiz  bir hale geldi ve bu belirsizlik markaların maliyet hesaplarını allak bullak etti​. Moda markaları için ürün başına düşen gümrük yükünün nerede ve ne kadar artacağını kestirememek, karar alma süreçlerini zorlaştırırken finansal piyasalar da bu gelişmeye olumsuz tepki verdi. Nitekim tarife haberinin ardından önde gelen lüks moda şirketlerinin hisse değerlerinde sert düşüşler yaşandı​   Tüm sektör, karşı tarafa misillemelerin gelebileceği endişesiyle “bekle-gör” pozisyonuna geçerken, bu dönemin her aktör için zorlu bir “sınav” olacağı anlaşılmış oldu. Tedarik Zincirlerinde Kırılma ve Yakın Üretim Trendi Küresel moda tedarik zincirlerinde bir süredir devam eden yeniden yapılanma eğilimi , ABD tarifelerinin yarattığı risk ortamıyla daha da hızlandı. Birçok moda markası zaten bir süredir ürünlerini dünyanın uzak köşelerinde ürettirme modelinden uzaklaşmaktaydı; Çin başta olmak üzere Asya’daki düşük maliyetli dev üretim merkezlerine bağımlı kalma fikrine mesafeli yaklaşan markaların sayısı artıyordu​ Reuters  kaynaklı analizler, pandemiyle birlikte bu yaklaşımın kalıcı bir strateji değişimine dönüştüğünü ortaya koyuyor​   Şimdi Trump’ın yüksek tarifeleri, bu dönüşümü adeta katalizör etkisiyle hızlandırdı. Özellikle ek vergiler nedeniyle maliyet ve tedarik riski artan markalar , coğrafi tedarik stratejilerini gözden geçirerek üretimi ana pazarlara daha yakın ülkelere kaydırma planlarını devreye soktu. İtalya merkezli ünlü moda markası Benetton ’ın bu kapsamda açıkladığı adım dikkat çekiciydi: Şirket, 2022 sonuna kadar Asya’daki üretimini yarı yarıya azaltıp Sırbistan, Hırvatistan, Türkiye, Tunus ve Mısır  gibi büyük pazarlara daha yakın ülkelerde üretimi artıracağını duyurdu​ Benetton CEO’su Massimo Renon, tedarik zincirlerinde son dönemde yaşanan aksaklıkların maliyetleri ve teslimat sürelerini yükselterek moda sektöründe 30 yıldır hakim olan iş yapış biçimini değiştirdiğini  vurguladı​   Renon’a göre üretim süreci ve nakliye masrafları üzerinde daha fazla kontrol sahibi olabilmek adına bu stratejik karar alındı; şirket halihazırda Bangladeş, Vietnam, Çin ve Hindistan’daki üretimini önemli ölçüde azaltmaya başlamıştı​   Nitekim konteyner taşımacılığında geçmişte 1.200-1.500 dolar seviyesinde olan navlun ücretlerinin 10.000 doların üzerine çıkması ve teslimat sürelerindeki belirsizlik, üretimi coğrafi olarak yakınlaştırmayı artık bir zorunluluk haline getirmişti​ Benzer bir şekilde, başka pek çok küresel moda markası da tedarik zincirini kısaltma  yönünde adımlar atıyor. Hızlı moda devi Inditex (Zara’nın ana şirketi), son yıllarda üretiminin önemli bir bölümünü Uzak Doğu’dan alıp Türkiye ve Fas  gibi daha yakın bölgelere kaydırarak değişen trendlere hızla uyum sağladı ve bu sayede çok daha kısa sipariş döngüleri, düşük stok maliyetleri  ve artan müşteri memnuniyeti elde etmeyi başardı​. Bu başarılı örnek, yakın coğrafyaya üretim kaydırmanın talebe hızlı yanıt verme ve maliyet kontrolü açısından ne denli kritik hale geldiğini gösteriyor. Tedarik zincirlerini daha dayanıklı kılmak isteyen moda şirketleri, yaşanan gelişmeler ışığında çeşitlendirmenin kritik önemini  net biçimde gördü. Sektör analistlerine göre, üretimi farklı ülkelere yayarak esneklik kazanmak ve “tedarik tek noktadan kırılması”  riskini azaltmak artık hayati bir strateji olarak benimseniyor​. Pandemi döneminin de öğrettiği üzere, tedarikçileri yalnızca maliyet odağıyla değil, birer iş ortağı  olarak görmek ve onlarla birlikte büyümek gerektiği anlayışı güçlendi​   Moda markaları, bu yeni dönemde tedarikçileriyle daha şeffaf, adil ve uzun vadeli ilişkiler kurarak herkesin kazanacağı bir ekosisteme yöneliyor. Türkiye, Fas ve Mısır Yeni Üretim Merkezleri Olarak Öne Çıkıyor Küresel tedarik zincirlerindeki kırılma, coğrafi üretim haritasını da hızla değiştirmeye başladı. Özellikle Türkiye, Fas ve Mısır  gibi ülkeler, bu dönüşümde “yeni üretim üsleri”  olarak ön plana çıkıyor. Sektör uzmanları, artan maliyetler ve Asya’daki aksaklıklar nedeniyle markaların üretimi bu bölgelere kaydırdığını, dolayısıyla söz konusu ülkelerin küresel konfeksiyon tedarikinde hızla kritik oyuncular haline geldiğini belirtiyor​ Türkiye , uzun yıllardır Avrupa moda endüstrisinin güvenilir üretim merkezlerinden biri konumundaydı. Mevcut durumda bu konumunu daha da güçlendirdiği görülüyor. Yapılan bir araştırmaya göre Batı Avrupalı moda şirketlerinin %85’i , önümüzdeki birkaç yıl içinde Türkiye’den yaptıkları tedariki daha da artırmayı planladıklarını ifade ediyor​ Hatta Avrupa merkezli markaların yaklaşık üçte biri, Türkiye’yi en önemli üç tedarik bölgesinden biri olarak konumlandırmış durumda​   Bu ilginin arkasında, Türkiye’nin güçlü tekstil altyapısı, deneyimli iş gücü ve Avrupa pazarına yakınlığının sağladığı lojistik avantajlar  yatıyor. Coğrafi olarak yakın üretim, markalara hem hızlı koleksiyon yenileme imkânı sunuyor hem de yüksek hacimli siparişlerde bile kısa termin süreleri vadediyor. Nitekim İspanyol moda perakendecisi Mango , Çin ve Vietnam’daki üretiminin bir kısmını Türkiye, Fas ve Portekiz ’e kaydırma kararı alarak bu eğilimi doğruladı​   Benzer şekilde spor giyim markası Nike  gibi firmaların da son dönemde üretim siparişlerini Asya dışındaki alternatiflere yönlendirdiği biliniyor. Türkiye’nin ardından Kuzey Afrika ülkeleri  de yeni tedarik ekosisteminde yıldızlaşıyor. Bunların başında gelen Fas , halihazırda Avrupa pazarına dönük büyük bir üretim kapasitesine sahip. Ülkenin tekstil ve hazır giyim ihracatının yaklaşık 3,6 milyar dolarlık kısmı (toplamın %34’ü) doğrudan Avrupa Birliği ülkelerine gerçekleştiriliyor​ Coğrafi konumu itibarıyla Avrupa’ya sadece birkaç gün mesafede olan Fas, hızlı teslimat konusunda avantaj sağlarken, AB ile mevcut Serbest Ticaret Anlaşması sayesinde Fas’tan Avrupa’ya yapılan tekstil ihracatı gümrüksüz  biçimde gerçekleşiyor​   Bu durum, özellikle İspanya, Fransa, Almanya ve İtalya gibi büyük AB pazarları için Fas’ı oldukça rekabetçi ve cazip  bir tedarikçi haline getiriyor​   Ülkedeki geniş ölçekli ve ihracata yönelik üretim yapan konfeksiyon fabrikaları, uluslararası kalite standartlarına uyumlu çalışarak Avrupa’lı markaların beklentilerini karşılıyor. Ayrıca Fas’ın ABD ile 2006’dan beri yürürlükte olan Serbest Ticaret Anlaşması  kapsamında Amerikan pazarına da düşük tarifelerle ürün sokabilmesi, onu küresel markalar açısından stratejik bir üretim üssü yapıyor​ Doğu Akdeniz’in bir diğer önemli oyuncusu Mısır  da son dönemde tekstil üretiminde ciddi atılımlar gerçekleştiriyor. Mısır hükümetinin tekstil sektörünü canlandırmak üzere yürüttüğü yatırım ve modernizasyon programları , meyvelerini vermeye başladı​ Ülke, dünyanın en kaliteli pamuklarından biri olarak kabul edilen Mısır pamuğu  üretimindeki tarihsel avantajını da kullanarak iplik ve kumaş üretiminde kapasitesini artırıyor. Devlet destekli sanayi bölgeleri ve modern fabrikalar sayesinde Mısır, markalara dikey entegre  (ham maddeden nihai ürüne kadar tek lokasyonda) üretim imkânı sunan bir destinasyon haline geliyor​   Rekabetçi işçilik maliyetleri de göz önüne alındığında, Mısır’daki üretim ortamı hem maliyet avantajı  hem de kaliteli üretim arayan markalar için çekici bulunuyor. Küresel markalar Asya dışındaki alternatif üretim bölgelerini çeşitlendirirken, Mısır ve Fas gibi ülkelerin uygun maliyet, yerel ham madde kaynağı ve oturmuş ticaret ağlarıyla  kaymakta olan siparişleri çekmeye hazır konumda oldukları vurgulanıyor​. Bu yeni üretim merkezlerinin yükselişi, yerel ekonomiler  için de önemli fırsatlar anlamına geliyor. Türkiye, Fas ve Mısır, artan talebi karşılayabilmek adına üretim kapasitelerini ve teknolojik altyapılarını geliştirmeye odaklanmış durumda. Örneğin, Fas hükümeti sanayi bölgelerine yatırım yaparken, Mısır uluslararası ortaklıklarla bilgi transferini teşvik ediyor; Türkiye ise moda sanayisinde dijitalleşme ve sürdürülebilirlik alanlarında projelerle rekabet gücünü pekiştiriyor. Sonuç olarak, küresel moda üretimi çok merkezli bir yapıya  doğru evrilirken, bu ülkeler tedarik zincirinin kritik halkaları olarak konumlarını sağlamlaştırıyor. Sürdürülebilir Moda Perspektifi Tedarik zincirlerindeki bu coğrafi kaymanın bir diğer önemli boyutu da sürdürülebilirlik . Moda sektörü, son yıllarda artan şekilde çevresel ve sosyal etkilerini sorguluyor ve daha sürdürülebilir uygulamalara yöneliyor. Üretimin Uzak Doğu’dan yakın coğrafyalara taşınması, ilk bakışta ticari bir hamle olarak görünse de, doğru yönetildiğinde önemli sürdürülebilirlik kazanımlarını da beraberinde getirebilir. En başta, üretimin tüketici pazarlarına yakın olması, nakliye kaynaklı karbon emisyonlarını ciddi oranda azaltıyor ​ Kısa mesafeli sevkiyatlar sayesinde, tonlarca ürünün gemilerle okyanus aşırı yolculuk yapmasına gerek kalmıyor; bu da moda endüstrisinin karbon ayak izini küçültme hedefine katkı sağlıyor. Yapılan analizler, tedarik zincirinin kısalmasının net bir çevresel fayda  sağladığını, uzak mesafeli tedarike kıyasla daha düşük sera gazı salımıyla sonuçlandığını ortaya koyuyor​   Örneğin Türkiye veya Fas’ta üretilen bir giysinin Avrupa’ya ulaşması günler içinde ve minimal yakıt harcayarak mümkünken, aynı ürünün Uzak Doğu’dan getirilmesi hem haftalar alıyor hem de katbekat fazla fosil yakıt tüketimine yol açıyor. Dolayısıyla yakın coğrafyaya kaydırılan her üretim dilimi, modanın toplam ekolojik yükünü hafifletme yönünde bir adım olarak değerlendirilebilir. Sürdürülebilirlik perspektifinden bir diğer kritik konu da üretimde şeffaflık ve denetlenebilirlik . Tedarik zinciri halkaları coğrafi olarak yakınlaştıkça, markaların üretim süreçlerini izleme ve standartlara uyumu sağlama imkânı artıyor. Birçok ülkenin son dönemde daha sıkı çevre ve iş gücü regülasyonları uygulamaya başlamasıyla, üretimi yakına almak markalar için ESG (Çevresel, Sosyal, Yönetişim) uyumunu kolaylaştıran  bir faktör haline geliyor​ Özellikle Avrupa Birliği’nin yeşil mutabakat kapsamındaki düzenlemeleri ve tedarik zinciri due diligence yasaları, modada sürdürülebilir üretimi bir tercih değil gereklilik haline getiriyor. Bu noktada Türkiye ve Fas gibi bölgelerde üretim yapmak, AB standartlarına daha yakın çalışma koşulları sayesinde markalara mevzuata uyum açısından avantaj sağlayabiliyor. Yakın coğrafyalardaki fabrikalarla bire bir temas kurmak, düzenli denetimler yapmak ve anında iyileştirme adımları atmak mümkün olduğundan, üretimde şeffaflık artıyor, bu da gerek tüketiciler gerek yatırımcılar nezdinde markaların itibarını olumlu etkiliyor. Somut örnekler üzerinden gidildiğinde, Fas  sürdürülebilir uygulamalar konusunda bölgesindeki öncü ülkelerden biri olarak öne çıkıyor. Yapılan çalışmalar, Fas’ın ekolojik üretim teknikleri ve su verimliliği konusunda ciddi mesafe katettiğini, tekstil boyama ve yıkama süreçlerinde su tasarrufu sağlayan teknolojileri benimsediğini gösteriyor. Bir analizde Fas’ın çevre dostu tedarik  ve su-etkin tekstil üretimi  tekniklerinde ön saflarda yer aldığı, bu sayede kritik çevresel sorunlara çözüm ürettiği belirtiliyor​ Bu uygulamalar, sürdürülebilir moda arayışındaki bilinçli tüketicilerin beklentileriyle örtüştüğü için Fas’ı sorumlu ve ileri görüşlü bir üretim merkezi olarak konumlandırıyor​   Benzer şekilde, Türkiye’deki birçok büyük üretici  son yıllarda yenilenebilir enerjiye geçiş, kimyasal yönetimi ve atık azaltma konularında önemli yatırımlar yaptı. Organik pamuk üretiminde dünya liderleri arasında yer alan Türkiye, aynı zamanda tekstil fabrikalarında güneş enerjisi kullanımı ve su geri dönüşüm sistemlerinin kurulması gibi alanlarda da bölgesinde örnek teşkil ediyor. Mısır da tekstil sektöründeki modernizasyon hamlelerinde çevresel boyutu göz ardı etmiyor; yeni kurulan entegre üretim tesislerinde enerji verimliliği yüksek makinelerin kullanımı teşvik ediliyor. Yakın coğrafyalara üretim kaydırmanın sürdürülebilirlik boyutunda bir diğer kazanımı da stok yönetimi ve israfı azaltma  potansiyelidir. Inditex/Zara örneğinde görüldüğü gibi, üretimin pazara yakın olması koleksiyonların küçük partiler halinde sık aralıklarla üretilebilmesini mümkün kılıyor. Böylece sezon sonunda elde kalacak yığınla ürün yerine, talebe daha uygun miktarlarda üretim yapılabiliyor. Bu da modanın kronik sorunlarından biri olan fazla stok ve tekstil israfını azaltmaya yardımcı oluyor. Atıl kalan ürünlerin çevresel maliyeti düşünüldüğünde – hem üretiminde harcanan kaynaklar hem de imha süreçlerindeki yük – esnek ve hızlı tedarik  yaklaşımı, sürdürülebilir moda hedefine hizmet eden bir yaklaşım olarak değer kazanıyor. Sonuç olarak, Trump’ın tarife hamlesiyle ivme kazanan tedarik zinciri yeniden yapılanması, doğru stratejilerle desteklendiğinde moda endüstrisini daha çevreci, duyarlı ve dayanıklı  bir yapıya kavuşturabilir. Burada kritik olan, markaların bu geçişi sadece coğrafi bir kayma değil, aynı zamanda sürdürülebilir bir dönüşüm fırsatı  olarak görmesidir. Fırsatlar ve Tehditler Dengesi Küresel tedarik zincirlerinde yaşanan bu radikal dönüşüm, beraberinde hem önemli fırsatlar hem de dikkate alınması gereken riskler getiriyor. Bir yandan yakın coğrafyalara yönelmek markalara tedarik güvenliği, hız ve sürdürülebilirlik  açısından avantaj sağlarken, diğer yandan bu hızlı değişimin yol açabileceği potansiyel sorunlar da göz ardı edilmemeli. Öncelikle fırsatlar  cephesine bakacak olursak: Yeni üretim merkezlerine yönelmek, markalara tedarikte çeşitlilik ve esneklik kazandırır. Coğrafi çeşitlilik sayesinde, herhangi bir bölgesel krizin (salgın, doğal afet, siyasi gerilim vb.) tüm üretimi sekteye uğratmasının önüne geçilebilir. Ayrıca Türkiye ve Fas gibi yakın coğrafi bölgelerle çalışmak, markalara daha kısa tedarik süreleri  ve daha düşük lojistik maliyetleri  getirir. Bu da hızın ve reaksiyon kabiliyetinin önem arz ettiği moda dünyasında ciddi bir rekabet avantajıdır. Yakın üretim, aynı zamanda markaların küçük ölçekli deneme üretimleri  yapıp talebe göre hızla üretimi artırmasına imkân tanır; böylece trendleri yakından takip eden ve stok riskini minimize eden bir yapı oluşur. Yatırımcılar açısından bakıldığında, daha öngörülebilir ve daha az risk barındıran  bir tedarik zinciri demek, şirketlerin finansal performansını ve dirençliliğini artırması nedeniyle olumlu bir gelişmedir. Perakende sektöründeki birlikler de bölgesel üretimin canlanmasını desteklemektedir; zira bu sayede tedarik süreleri kısalacak, raflar daha düzenli dolacak ve tüketicilere kesintisiz ürün akışı sağlanacaktır. Ancak tehditler  ve zorluklar da yok değil. Üretimin Asya’dan kısmen uzaklaşması, moda sektörü için yeni bir öğrenme eğrisi  demek. On yıllardır Uzak Doğu’daki dev üretim ekosistemine entegre olmuş markalar, şimdi tedarik ağlarını yeniden yapılandırırken beklenmedik engellerle karşılaşabilir. Örneğin bazı yakın coğrafya ülkelerinde, talep patlaması karşısında altyapı kısıtları  ortaya çıkabilir. Hızla artan sipariş hacimlerini karşılayabilmek için yollar, limanlar, enerji arzı gibi konularda yetersizlikler görülmesi muhtemeldir. Nitekim analizler, bazı yakın üretim bölgelerinde gerekli büyük ölçekli üretim altyapısının tam oturmadığını , bu nedenle ek yatırımlar gerektiğini ortaya koyuyor​ Benzer şekilde, belli ülkelerde nitelikli iş gücü açığı  yaşanabilir; teknik uzmanlık gerektiren moda üretimi alanlarında uygun çalışan bulmak zorlaştığında markaların kalite ve termin hedefleri riske girebilir​   Dolayısıyla, markaların bu yeni üretim merkezlerinde eğitim ve kapasite geliştirme programlarına destek olması kritik önem taşıyor. Ayrıca maliyet cephesinde  de uzun vadede bazı riskler mevcut. Uzak coğrafyalarda üretimin bir avantajı olarak görülen düşük işçilik maliyetleri, yakın coğrafyalarda genellikle daha yüksektir. Örneğin Doğu Asya’ya kıyasla Türkiye ve Doğu Avrupa’daki işçilik ücretleri belirgin biçimde fazla olabilir; bu da ürün başı maliyetlere yansıyabilir. Uluslararası Hazır Giyim Federasyonu (IAF) verilerine göre, Türkiye, Bangladeş, Vietnam gibi kilit üretim bölgelerinde son dönemde yaşanan ekonomik dalgalanmalar ve enflasyon baskıları, 2025 itibarıyla fiyat ve maliyet yapıları üzerinde etkisini sürdürüyor. Artan navlun ücretleri, alternatif kaynak ülkelerde yükselen işçi ücretleri ve daha sıkı sürdürülebilirlik düzenlemelerine uyum zorunluluğu gibi kalemler, markaların kâr marjları üzerinde baskı oluşturuyor ​ Yani yakın coğrafyaya geçiş her ne kadar lojistik ve gümrük maliyetlerini azaltsa da, toplam maliyet denkleminde yeni değişkenler devreye giriyor. Bu durumda markaların verimlilik artırıcı önlemlerle (otomasyon, süreç iyileştirme, tasarım optimizasyonu vb.) dengeyi sağlaması gerekecek. Bir diğer dikkat edilmesi gereken konu, ham madde tedariği . Konfeksiyon ürünlerinin üretimi için gerekli kumaş, iplik, aksesuar gibi girdiler halen büyük ölçüde küresel ticaretin konusu. Eğer bir marka dikim aşamasını Türkiye’ye kaydırsa bile, kullandığı kumaş veya aksesuarlar Çin veya Hindistan’dan geliyorsa, bu ara mallar da tarifelerden etkilenebilir. Bu nedenle şirketlerin tedarik zincirine bütünsel bakıp, kritik ham maddelerde de tedarik çeşitliliği  sağlaması önem taşıyor. Aksi halde, son ürün üretimini yakına çekmiş olmak tek başına riski tamamen ortadan kaldırmayabilir. Son olarak, jeopolitik belirsizlikler  risk faktörü olmayı sürdürüyor. Trump sonrası dönemde dahi, ticaret politikalarının ne yöne evrileceği, yeni tarifelerin veya kısıtlamaların ortaya çıkıp çıkmayacağı kestirilemiyor. Yakın üretim bölgelerindeki politik istikrar da yakından izlenmeli; zira ani bir siyasi gerilim veya bölgesel kriz, oradaki üretimi aksatabilir. Örneğin, Kuzey Afrika’daki sosyo-politik gelişmeler veya Doğu Avrupa’daki durum, moda üreticilerinin ajandasında yer tutuyor. Dost ülkelerle ticaret  ( friend-shoring ) kavramı sıkça dile getirilse de, günün sonunda her bölgenin kendi dinamikleri mevcut ve şirketler çok yönlü risk analizlerini  sürekli güncellemek durumunda. Özetle, moda sektörünün yeni tedarik paradigmaları, fırsatlar ve risklerin dikkatli yönetimini gerektiriyor. Doğru adımları atanlar için daha güçlü, hızlı ve sürdürülebilir bir tedarik zinciri  ufukta beklerken, hazırlıksız yakalananlar için beklenmedik maliyetler veya aksaklıklar söz konusu olabilir. Türkiye, Sürdürülebilir Üretimde Stratejik Üs Bu yeni küresel düzende Türkiye , hem bölgesel konumu hem de üretim yetkinlikleriyle özel bir yerde duruyor. Yıllardır Avrupa’nın moda tedarik zincirine entegre olan Türkiye, mevcut kırılmayı fırsata çevirerek kendini sürdürülebilir ve güvenilir bir üretim merkezi  olarak yeniden konumlandırıyor. Ülkenin köklü tekstil ve hazır giyim sanayisi, iplikten kumaşa ve nihai ürüne kadar uzanan tam entegre bir üretim altyapısına  sahip. Bu durum, ham madde temininden nihai montaja kadar süreçlerin kontrol altında tutulmasına imkân vererek kalite ve hız açısından rakipsiz bir avantaj sağlıyor. Coğrafi yakınlık ve lojistik kabiliyetler, Türkiye’nin önemini daha da artırıyor. İstanbul’dan Avrupa’daki ana dağıtım merkezlerine kara ve deniz yoluyla birkaç gün içinde ulaşabilmek, moda markaları için tedarik zincirinde büyük bir esneklik anlamına geliyor. Özellikle hızlı moda perakendecileri, Türkiye’de üretip aynı sezon içinde mağazalara ürün yetiştirebilme becerisini kritik bir rekabet unsuru olarak görüyor. Bunun yansımasını, büyük Avrupa markalarının Türkiye’ye artan siparişlerinde gözlemlemek mümkün. Türkiye’nin küresel tekstil üretimindeki payının son yirmi yılda ikiye katlanmış olması da bu uzun vadeli güvenin ve birikimin bir göstergesi​. Türkiye ayrıca sürdürülebilir üretim  konusunda da bölgesinde lider olma yolunda ilerliyor. Özellikle son yıllarda, Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü çevre ve sosyal uyum alanında ciddi yatırımlar yaptı. Birçok büyük üretici firma, uluslararası eko-etiket  ve sertifikalara (OEKO-TEX, GOTS, BCI gibi) sahip olarak çalışıyor. Organik pamuk üretiminde dünya ikincisi olan Türkiye, sürdürülebilir hammaddelerin kullanımıyla ilgili altyapısını her geçen gün geliştiriyor. Enerji tarafında, OSB’lerde kurulan güneş enerji santralleri ve fabrikaların çatılarına yerleştirilen paneller sayesinde yenilenebilir enerji kullanımı  yaygınlaşıyor. Bu sayede üretimde karbon ayak izi azaltılırken, dışa bağımlılık da düşüyor. Su tüketiminin yoğun olduğu alanlarda kapalı devre su döngüsü sistemlerine yatırım yapan tesisler, suyun arıtılıp tekrar kullanımını sağlayarak su tasarrufu  elde ediyor. İş gücü boyutunda ise, Türkiye’de faaliyet gösteren işletmeler Avrupa’nın sıkı işçi hakları denetimlerine tabi olarak çalışıyor; kayıt dışı istihdamla mücadele, iş güvenliği standartlarının yükseltilmesi gibi konularda önemli mesafe alınmış durumda. Tüm bu adımlar, Türkiye’yi sadece hızlı ve kaliteli üretim değil, aynı zamanda sorumlu ve sürdürülebilir üretim  arayan markalar için de cazip kılıyor. Kaynaklar: https://www.theguardian.com/fashion/2025/apr/05/fashion-braces-for-impact-of-trump-tariffs#:~:text=F%20irst%20it%20was%20steel,of%20fashion%E2%80%99s%20biggest%20manufacturing%20regions https://www.indyturk.com/node/418161#:~:text=Bir%C3%A7ok%20moda%20markas%C4%B1%20d%C3%BCnyan%C4%B1n%20uzak,merkezlerini%20kullanma%20fikrinden%20giderek%20uzakla%C5%9F%C4%B1yorlar https://blogs.tradlinx.com/how-to-shift-your-supply-chain-with-nearshoring-and-reshoring/#:~:text=,to%20meet%20customer%20demands%20promptly https://www.ihkib.org.tr/bilgi-bankasi/dunyadan-haberler/2025-te-kuresel-moda-tedarik-zinciri-jepolitik-gelismelerden-nasil-etkilenecek#:~:text=%C3%BCzerinden%20be%C5%9F%20y%C4%B1l%20ge%C3%A7mi%C5%9F%20olacak,ba%C5%9Far%C4%B1s%C4%B1%20i%C3%A7in%20%C3%B6nemli%20oldu%C4%9Funu%20kavrad%C4%B1 https://deepwear.info/blog/the-rise-of-morocco-and-egypt-as-key-garment-manufacturing-hubs/#:~:text=Morocco%20has%20long%20been%20a,Italy%20among%20its%20largest%20markets https://aecegy.com/Page/News-Detail.asp?ID=2339#:~:text=When%20it%20comes%20to%20supply,%E2%80%9D

  • İngiltere, Moda Sektöründeki “Yeşil Aklama” Çalışmalarına Yönelik Yasal Mücadele Başlattı

    Birleşik Krallık, 6 Nisan itibarıyla tüketici haklarını korumak adına önemli bir dönüm noktasına girecek. Yeni uygulamaya konan Dijital Piyasalar, Rekabet ve Tüketiciler (DMCC) Yasası , Rekabet ve Piyasalar Kurumu’na (CMA) hiç olmadığı kadar geniş yetkiler tanıyor. Özellikle şirketlerin çevreye duyarlı görünüp aslında bu iddialarını kanıtlayamaması—yani “yeşil aklama” (greenwashing) olarak bilinen yanıltıcı uygulamalar—artık daha sıkı bir denetim altında olacak. Yeni Yasanın Getirdikleri Ağır Para Cezaları:  CMA, yanıltıcı çevresel iddialarda bulunan işletmelere, küresel yıllık cirolarının yüzde 10’una kadar varan para cezaları uygulayabilecek. Örneğin 1,46 milyar sterlin küresel ciroya sahip bir marka, en kötü senaryoda 146 milyon sterlinlik bir cezayla karşılaşabilir. Hızlı Yaptırım Yetkisi:  Artık düzenleyici kurumlar, mahkeme onayı gibi ek prosedürlere ihtiyaç duymadan, tespit ettikleri ihlallere karşı daha hızlı harekete geçebilecek. Bu durum, markaların “sürdürülebilir” olarak pazarladıkları ürünlere ilişkin beyanlarının çok daha sıkı incelenmesini sağlayacak. Tüketici Koruması:  Eski Yeşil İddialar Kanunu’nun (Green Claims Code) bir adım ötesine geçilerek, tüketicilerin sadece dürüstçe bilgilendirilmiş olmasını değil, yanıltıcı reklamların hedefi olmamasını da garanti altına alacak mekanizmalar devreye giriyor. Moda Sektörüne Etkileri Moda endüstrisi, üretim süreçlerindeki kaynak yoğunluğu, sentetik elyaf kullanımı ve yüksek atık seviyeleri nedeniyle sürekli büyüteç altında. Son yıllarda birçok marka, sürdürülebilirlik temalı koleksiyonlar veya çevre dostu ürün kampanyalarıyla öne çıkmaya çalıştı. Ne var ki Changing Markets Foundation gibi kuruluşlar, bu tür iddiaların önemli bir kısmının ya “kanıtsız” ya da “yanıltıcı” olduğunu vurguluyor. Örneğin,  ASOS, Boohoo, Asda gibi perakende devleri , halihazırda sürdürülebilirlik iddiaları nedeniyle düzenleyicilerin merceği altına girdi. Yükselen Maliyetler ve Riskler ile yanıltıcı uygulamalara devam etmek, artık sadece itibar kaybını değil, çok ciddi maddi yaptırımları da beraberinde getirecek. Tüketici Güveni ve İtibar Kaybı Bugün tüketicilerin büyük bir bölümü, bir ürün veya markaya dair satın alma kararı vermeden önce çevresel etkileri ve sürdürülebilirlik vaatlerini dikkate alıyor. YouGov tarafından yapılan bir ankete göre, Birleşik Krallık tüketicilerinin yarısından fazlası, çevreye duyarlılık konusunu satın alma kararlarında belirleyici faktör olarak görüyor. Yanıltıcı beyanlar , markaların sadece ceza almasıyla sonuçlanmakla kalmıyor; aynı zamanda tüketici gözünde geri dönülmesi zor bir güven kaybına da yol açıyor. Sürdürülebilirlik mesajı veren markaların, bu iddialarını somut verilerle, sertifikalarla ve raporlarla desteklemesi artık kaçınılmaz. Markalar İçin Fırsatlar ve Tehditler Rekabet Avantajı:  Gerçek anlamda sürdürülebilir uygulamalara yatırım yapan ve bunu şeffaf bir şekilde kanıtlayan şirketler, hızla değişen piyasa koşullarında rakiplerinin önüne geçebilir. Yüksek Yaptırım Riski:  Aksine, “yeşil” söylemlere rağmen üretim ve tedarik zincirinde gözle görülür bir değişim yapmayan şirketler, özellikle Birleşik Krallık pazarında büyük cezalara maruz kalabilir. Uzun Vadeli Dönüşüm:  Tüketici beklentileri, moda sektörünün karbon ayak izini azaltmaya ve daha sürdürülebilir malzeme kullanmaya mecbur bırakan temel bir motivasyon haline geldi. Dolayısıyla bugünün yatırımları, yarının marka imajını ve kârlılığını doğrudan etkileyecek. Birleşik Krallık’ın yeni DMCC Yasası, moda sektörü için adeta bir “uyandırma çağrısı” niteliğinde. Bu yasal düzenlemeler, sadece yanıltıcı çevresel iddialarda bulunanların cezalandırılmasını değil, aynı zamanda piyasada daha şeffaf, daha sorumlu ve gerçekten sürdürülebilir iş modellerinin  yerleşmesini hedefliyor. Gittikçe daha bilinçli hale gelen tüketicilere karşı güven sağlamak ve yasal risklerden kaçınmak isteyen markalar için, samimi ve ölçülebilir sürdürülebilirlik politikaları geliştirmek artık bir tercih değil, zorunluluk. Kaynaklar ve Daha Fazla Okuma: Dijital Piyasalar, Rekabet ve Tüketiciler (DMCC) Yasası https://bills.parliament.uk/bills/3443 Rekabet ve Piyasalar Kurumu (CMA)   https://www.gov.uk/government/organisations/competition-and-markets-authority YouGov Anket Çalışması https://yougov.co.uk/topics/consumer

  • Milenyum Kuşağı Sorumlu Tüketim Davranışları ile Perakende Sektörünü Dönüştürüyor

    Dünya genelinde perakende sektörünün dönüşümüne tanık olduğumuz şu günlerde, tüketici davranışları hızla yenileniyor. İkinci el moda pazarının yükselişi ve Milenyum (Y) kuşağının perakende harcamalarındaki artan etkisi, şirketleri mevcut iş modellerini gözden geçirmeye ve yeni stratejiler geliştirmeye zorluyor. Günümüz tüketicisi, “daha ucuz” ya da “daha çok” yerine “daha bilinçli” ve “daha sorumlu” alışveriş anlayışına doğru kayıyor. Birleşik Krallık merkezli yardım kuruluşu perakendecisi Traid ’in yeni araştırması ve Capital One  verileri de bu dönüşümün sadece bir trend değil, kalıcı bir paradigma kayması olduğunu net bir şekilde gösteriyor. İkinci El Modanın Yükselişi: Traid’den Yeni Bulgular Traid’in yakın zamanda yayımladığı araştırma, ikinci el modanın yalnızca ekonomik kaygılarla değil, güçlü etik motivasyonlarla da beslendiğini ortaya koyuyor. Birleşik Krallık’taki katılımcıların büyük kısmı, kötü çalışma koşulları  ve sürdürülebilirlik  konusundaki endişelerinin satın alma tercihlerine doğrudan yön verdiğini söylüyor. Özellikle 18-34 yaş aralığı, ikinci el giyimi “kullanılmış bir ürün satın almak” olarak değil, “bilinçli bir tercih” olarak görüyor. Traid İcra Kurulu Başkanı Maria Chenoweth , genç neslin ikinci el alışverişi, düşük maliyetin ötesinde etik bir sorumluluk olarak benimsediğini vurguluyor. Araştırmalar, ikinci el kıyafet kullanımının 2019’da %65 ’ten günümüzde %71 ’e yükseldiğini gösteriyor. Üstelik pek çok kişi, geri dönüştürülmüş kumaş veya düşük karbon izli üretim gibi sürdürülebilir markaların yerine, doğrudan ikinci el kıyafet satın almayı tercih ediyor. Bu tablo, çevre dostu ve sosyal sorumluluk temelli perakendeciliğin artık niş bir alan değil, ana akımın ta kendisi olduğunu gözler önüne seriyor. Milenyum Kuşağı: Harcama Gücü Yüksek, Etik Duyarlılığı Büyük İkinci el modanın küresel cazibesi artarken, Milenyum (Y) kuşağı perakende harcamalarındaki payını giderek artırıyor. ABD Çalışma İstatistikleri Bürosu ve PwC başta olmak üzere pek çok kaynaktan derlenen son veriler, bu kuşağın 1,127 trilyon dolar la tüm perakende harcamalarının yaklaşık %28,3’ünü oluşturduğunu gösteriyor. Ortalama bir Y kuşağı tüketicisi, diğer nesillerden daha fazla para harcasa da gelirinin daha az bir bölümünü tüketim mallarına ayırıyor. Örneğin: Baby Boomers’lara kıyasla %18,5  daha fazla perakende harcaması yapıyorlar. Gelirlerinin hatırı sayılır bir kısmını giyim, deneyim ve dijital hizmetlere yönlendiriyorlar. Çevrimiçi alışveriş  ve mobil ödeme  kullanımında lider konumdalar. Ancak ilginç bir şekilde, “çoğunlukla internetten alışveriş yapanlar” ile “çoğunlukla mağazadan alışveriş yapanlar” arasında bu kuşakta bir denge söz konusu. Küresel rakamlar, Y kuşağının mağazayı tamamen terk etmediğini, iyi bir hizmet ve deneyim sunan fiziksel perakendecilere hâlâ ilgili olduğunu gösteriyor. Bu durum, dijitalleşmenin yükselişiyle birlikte çok kanallı (omnichannel)  stratejilerin önemini daha da artırıyor. Sorumlu Tüketim ve Marka Değerleri Y kuşağı, etik üretim , kapsayıcılık  ve sürdürülebilirlik ilkelerine geçmiş kuşaklara göre daha fazla önem veriyor. Veriler, tüketicilerin %47’sinin , markaların toplumsal konularda net bir duruş sergilemesi gerektiğine  inandığını gösteriyor. Özellikle iklim krizi , insan hakları  ve çeşitlilik  konularında inisiyatif alan markalar, bu kuşaktan daha fazla güven ve sadakat kazanıyor. Y kuşağının %42’si , bir markanın sürdürülebilirlik yaklaşımını birincil faktör olarak görüyor. Sosyal medyadan etkilenerek ürün keşfi yapma oranı %43 ’e kadar çıkabiliyor. Diğer bir deyişle, artık “sadece iyi ürün” sunmak yetmiyor; şirketlerin hikâyesi, duruşu ve topluma katkısı da en az ürünün kendisi kadar önemli. Bu durum, Traid’in ikinci el moda alanında yürüttüğü projelerle kesiştiğinde, yardım kuruluşu perakendeciliği  ve geri alım programları  gibi oluşumların giderek güçleneceğinin habercisi. Yeni Fırsatlar ve Stratejiler Tüm bu veriler, perakende sektörünü kökten değiştiren bazı temel eğilimleri öne çıkarıyor: Döngüsel Ekonomi ve İkinci El : Sadece ikinci el satış platformları değil, markaların kendi geri alım programları da döngüsel ekonomiye katkı sağlıyor. Traid’in vurguladığı gibi, ikinci el pazarına entegre olan şirketler, hem çevre hem de marka itibarı açısından uzun vadeli kazançlar elde ediyor. Çok Kanallı Deneyim : Y kuşağı, mobil ödeme ve çevrimiçi alışverişte lider olsa bile, mağaza içi deneyimleri tamamen göz ardı etmiyor. Perakendecilerin, tüketicilere her kanalda tutarlı ve kolay bir alışveriş deneyimi sunmaları gerekiyor. Etik ve Sürdürülebilirlik Vurgusu : Hazır giyim üretiminden lojistiğe, paketlemeden satış sonrası hizmetlere kadar, şirketlerin çevreye olan etkisini ve çalışan haklarını göz önünde bulundurması artık “olsa iyi olur” değil, “olmazsa olmaz” hâline geldi. Marka Hikâyesi ve Toplumsal Duruş : Yeni nesil tüketiciler, alışveriş yaptıkları markalarla değer ortaklığı kurmak istiyor. Sosyal sorumluluk projeleri, karbon ayak izini azaltmaya yönelik çabalar ve yerel topluluklarla iş birliği, bu “ortaklık” algısını güçlendiriyor. 5.       Fiyat, Stil ve Uyum : İkinci el ürünler, maliyet avantajı sunmanın ötesinde stil ve uyum açısından da tüketici beklentilerini karşılamak zorunda kalıyor. Geleceğe Dair Bir Bakış Gerek Traid’in Birleşik Krallık’ta yürüttüğü araştırma, gerekse Milenyum kuşağının perakendede oluşturduğu 1,127 trilyon dolarlık  dev hacim, iki farklı gerçeği birleştiriyor: sorumlu tüketimin  giderek artan popülaritesi ve yüksek harcama gücüne sahip  bir neslin beklentileri. Bu ikili, perakende sektörünün kısa vadeli kampanyalardan ziyade uzun vadeli sürdürülebilirlik stratejilerine yönelmesini zorunlu kılıyor. İster ikinci el giysiler satan bir girişim olsun, ister büyük bir moda markası, ürünlerin arkasındaki etik değerleri  ve hikâyeyi  doğru anlatabilmek, yeni kuşak tüketicilerin kalbini kazanmanın en etkili yolu. Üstelik sadece gençleri değil, giderek daha büyük kesimleri etkileyen bu farkındalık dalgası, perakendenin geleceğini şekillendirecek en önemli güçlerden biri. Çünkü artık mesele, “daha fazla tüketim” yerine “daha anlamlı ve sorumlu tüketim”e evrilmiş durumda. Bu evrimi benimseyen ve inovatif çözümler üreten markalar, yükselen ikinci el pazarından döngüsel ekonomi modellerine kadar geniş bir yelpazede yeni fırsatlar yakalayacak. Hem kâr hem de gezegen için kazan-kazan formülünü gerçeğe dönüştürenler, yarının liderleri olmaya aday. Perakende sektöründe değişimin kaynağı, bir yanda Traid  gibi kurumların yürüttüğü sürdürülebilirlik odaklı projeler, diğer yanda Y kuşağının  bilinçli tüketim gücü. Bu iki akım, modadan elektroniğe, market alışverişinden seyahate kadar hemen her kategoride kuralların kitabını yeniden yazıyor. Geleceğin perakendesi, kendini sadece yenilikçi teknolojilere değil, etik değerlere, transparan iletişime ve döngüsel düşünceye dayandırabilen markalar tarafından inşa edilecek. Bu dönüşümü yakalamayı başaranlar, hem toplumun hem de gezegenin faydasına olacak şekilde, yeni nesillerin güvenine ve sadakatine erişecek.

  • İstanbul Havalimanı'nda Alüminyum Atıklarından Oluşan Sürdürülebilir Sanat Eseri: Uçmak Her Çocuğun Hayalidir"

    İstanbul Havalimanı, sanat ve çevre bilincini buluşturarak benzersiz bir esere ev sahipliği yapıyor. Sanatçı Mert Ege Köse 'nin önderliğinde gerçekleşen bir projeyle, havalimanında toplanan 1,5 ton alüminyum atıklar sanata dönüştü. "Uçmak Her Çocuğun Hayalidir" isimli bu anlamlı eser, havalimanının metro plaza katında ziyaretçilerini bekliyor. İstanbul Havalimanı işletmecisi İGA'nın açıklamasına göre, dünyanın dört bir yanından binlerce kişinin ziyaret ettiği havalimanı, artık çocuklara ithaf edilen bu özel esere ev sahipliği yapıyor. Sanatçı Mert Ege Köse, çocukların uçma hayalinden ilham alarak ve çevre bilincini ön plana çıkararak bu etkileyici eseri yarattı. Eserde, İstanbul Havalimanı'nda toplanan 1,5 ton alüminyum atıklar tek tek şekillendirilerek yüzlerce kağıt uçak formuna dönüştürüldü. Bu yeniden değerlendirme ve sanata dönüştürme süreci, çevre bilincinin önemini ve atıkların yaratıcı bir şekilde nasıl değerlendirilebileceğini gösteriyor. Sanatçı Mert Ege Köse, eserini tanımlarken, "Uçmak Her Çocuğun Hayalidir" eserinin hem hayal gücünü hem de sürdürülebilirlik bilincini bir araya getirdiğini belirtti. Köse, eserin, herkesin çocukluk hayallerinin bir kutlaması olduğunu ve aynı zamanda dünyayı koruma sorumluluğunu hatırlatan bir iş olduğunu vurguladı. Eserin formu, hayallerin sağlam temeller üzerine inşa edildiğinde gerçekleşebileceğini anlatan bir metafor sunarken, göğe yükselen sivri ucu ise uçmanın verdiği heyecanı temsil ediyor. İstanbul Havalimanı'nın bu sanat eseri, ziyaretçilerine çocukluk hayallerini hatırlatırken, aynı zamanda çevre bilincini ve sürdürülebilirliği ön plana çıkararak ilham veriyor. Mert Ege Köse, Güzel Sanatlar Fakültesi'nden mezun olduktan sonra kendi metal heykel atölyesini kurdu. Heykellerinde formların kökenlerini inceleyen sanatçı, ASAŞ Sanat'ta da yöneticilik görevini üstlenmiştir. Ege, eserlerinde bazen kesin ve net formlar kullanırken, bazılarında ise rastlantısal formlara yer vermektedir. Bu yaklaşımıyla sanatını çeşitlendirirken, izleyicilere formlar arasındaki ilişkiyi sorgulama ve keşfetme fırsatı sunmaktadır. Görseller https://www.instagram.com/mertegekose/

  • Beta Gıda, Atık Kağıt Çay Filtrelerini Sanata Dönüştürdü!

    Beta Gıda, üyesi olduğu TAİDER (Aile İşletmeleri Derneği) Kültür ve Sanat Komitesi’nin bu yıl ilk kez düzenlediği “Sanayiden Sanata” projesine katılarak, poşet çay üretiminden kalan atık kağıt filtreleri sanat eserine dönüştürdü. Yaşar Üniversitesi Endüstriyel Tasarım öğrencisi Berçem Demir tarafından “Yuva” adını verilen eser, Beta Gıda’nın rooibos, yasemin incisi, mavi kelebek sarmaşığı ve nar çaylarından elde edilen demlerin atık filtreleri ile renklendirildi. Eser, çayın sıcak ve samimi atmosferini ışıkla birleştirerek anlatıyor. Çay demleme ritüelinin içinde barındırdığı anıları ve duyguları çağrıştıran bir atmosfer oluşturmayı hedefliyor. Işığın yansımasıyla filtrelerin dokusunda oluşan desenler, izleyiciyi çay keyfiyle dolu bir yolculuğa davet ediyor. Sıcak ve samimi tonlarıyla, eserin izleyicilere çayın ve birlikte geçirilen keyifli zamanların anılarını hatırlatması amaçlanıyor. Beta Gıda AR-GE Müdürü Yazgül Uğur, projenin önemini ve Beta Gıda’nın sürdürülebilirlik konusundaki hassasiyetini şu şekilde dile getirdi: “Üyesi olduğumuz TAİDER ile iş birliğinde hayata geçirilen ‘Sanayiden Sanata’ projesi, atık yönetimine verdiğimiz değeri vurgulayan önemli bir proje oldu. Fabrikalarımızda poşet çaylarda kullanılmak üzere üretilen kağıt filtrelerin bir bölümü kullanılmaz hale geliyor. Biz de atık malzemelerimizin yaratıcı bir şekilde değerlendirilmesi için proje kapsamında Taider ile iş birliği yaparak kağıt çay filtrelerimizin ‘Yuva’ adını verdiğimiz bir sanat eserine dönüştürülmesini sağladık. Çayın sıcak ve samimi enerjisini ışıkla ve renklerle birleştirerek ortaya koyan eser, aynı zamanda çayın Türk kültüründeki yerine de anlamlı bir çağrışım yapıyor. Türkiye çay sektöründe ilk Ar-Ge merkezini kuran Beta Gıda olarak, alanında uzman ve tecrübeli Ar-Ge kadromuz ile yenilikçi çözümler sunmaya devam ediyoruz. Bu kapsamda her yıl önemli Ar-Ge yatırımları yapıyoruz. Bundan sonraki süreçlerde de yatırımlarımıza ve iş birliklerimize devam edeceğiz.” “Sanayiden Sanata” Projesi Hakkında “Sanayiden Sanata” projesi, TAİDER Kültür ve Sanat Komitesi tarafından bu yıl ilk kez düzenlendi. Projenin amacı, firmaların üretim süreçlerinde ortaya çıkan atıkların sanatsal ve işlevsel ürünlere dönüştürülmesi. Sürdürülebilirlik ve yenilikçilik yoluyla sanayi atıklarının değerli sanat eserlerine dönüştürülmesi amaçlanan projede, çevre bilincini artırmak ve endüstriyel süreçlerde sürdürülebilir uygulamalara teşvik etmek planlanıyor. Beta Gıda Hakkında Beta Gıda, Türkiye’nin önde gelen çay üreticilerinden biridir. 1950 yılında kurulan şirket, geniş ürün yelpazesi ile iç ve dış pazarlarda önemli bir yere sahiptir. Beta Gıda, sürdürülebilirlik ve yenilikçiliğe önem veren bir şirket olarak, üretim süreçlerinde çevre dostu teknolojiler kullanmakta ve atık yönetimi konusunda yatırımlar yapmaktadır. ****** Yasal Uyarı: Bu haber içeriği, bimodahayat tarafından yalnızca bilgilendirme amaçlı olarak hazırlanmıştır, herhangi bir tavsiye niteliği taşımaz, reklam amaçlı değildir ve herhangi bir ticari ürün veya hizmeti teşvik etmez. Bu içeriğin doğruluğu veya eksiksizliği garanti edilmemektedir ve içeriğin kullanımıyla ilgili herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Bimodahayat, bu haber içeriğini önceden haber vermeksizin değiştirebilir veya kaldırabilir ve bu haber içeriğinin tüm haklarını saklı tutar. Bu haber içeriğinin herhangi bir kısmını kopyalamak, yeniden üretmek veya dağıtmak, bimodahayat'ın yazılı izni olmadan yasaktır.

  • Boss x Art Basel ile Moda, Sanat ve Sürdürülebilirliği Yeniden Tanımlayan Vizyoner İşbirliği

    Boss x Art Basel: Moda, Sanat ve Sürdürülebilirliği Yeniden Tanımlayan Vizyoner İş Birliği  Dünya moda sahnesinin iddialı ismi Boss  ve sanatın kalbinin attığı Art Basel , bu yıl rüya gibi bir iş birliğiyle karşımızda: Art Basel Awards!  Moda ve sanat dünyasına bomba gibi düşen bu ortaklıkta, Boss hem ödüllerin “Sunum Ortağı” rolünü üstleniyor hem de 30 yıllık sanat tutkusu ve deneyimini yepyeni bir seviyeye taşıyor. Boss ve Art Basel arasındaki sinerjinin temelinde; yaratıcılık, vizyon ve topluluk vurgusu yatıyor. Hugo Boss CEO’su Daniel Grieder , “Sanat her zaman markamızın DNA’sının ayrılmaz bir parçası oldu. Art Basel’le güçlerimizi birleştirerek sadece olağanüstü sanatsal yetenekleri kutlamakla kalmıyor, aynı zamanda moda ve sanatın kültürü nasıl dönüştürdüğü üzerine yeni ufuklar açıyoruz,” diyerek bu stratejik birlikteliğin önemini vurguluyor. Art Basel Awards’de Dokuz Kategoride Değerlendirilecek Art Basel’in Fuarlar ve Sergi Platformları Direktörü Vincenzo de Bellis öncülüğünde şekillenen yeni ödül programı, sanatın geleceğini şekillendiren farklı alanlara ışık tutuyor. Dokuz kategoriden üçü; yeni gelişen, köklü ve ikonik sanatçılara ayrılmışken, kalan altı kategori, küratörler, sanat hamileri ve bu dünyanın perde arkasındaki unsurların emekçilerine odaklanıyor. Açılış turunda, bir grup uzman jüri 36 olağanüstü kişi ve kuruluşa madalyalarını verecek. Ardından bu madalya sahipleri, aralarındaki en parlak 12 ismi altın madalya  ile ödüllendirecek.  Böylece, ödüllerin ana vizyonu olan “kolektif bilinci ve ortak paydada yaratıcılığı güçlendirme” yaklaşımı en üst seviyede hayata geçirilecek. Heyecan verici süreç, Mayıs  ayında ilk madalya sahiplerinin ilanıyla başlıyor. Ardından, Haziran  ayında İsviçre’de düzenlenecek Art Basel’in amiral gemisi niteliğindeki fuarda bir kutlama resepsiyonu planlanıyor. Yılın son zirvesi ise Aralık  ayında Art Basel Miami Beach’te gerçekleşecek ve burada altın madalya sahipleri görkemli bir ödül töreniyle onurlandırılacak. Sanat ve Moda Küresel Sahnede Ödüllerin ötesinde, Art Basel’in yaklaşan fuarları ve sergileri, farklı sanat dalları ile sektör liderlerini buluşturarak katılımcılara çok yönlü bir deneyim sunmaya hazırlanıyor. Avant-garde resimlerden çığır açan enstalasyonlara uzanan geniş yelpazede, yeni trendler, pazarın yönü ve moda ile çağdaş sanatın etkileşimi masaya yatırılıyor. Yüksek kaliteli duruşu ve küresel önemiyle öne çıkan Boss, tüm bu etkinlikler boyunca iddialı bir şekilde sahne alacak. Marka, yenilikçi moda anlayışıyla sanat alanında yeni ufuklar açarken, lüksü ve kültürel dönüşümü aynı potada eritiyor. Art Basel’in Sanatta Sürdürülebilir Dönüşüm Yaklaşımı Günümüzde çevresel sorumluluk, sanat dünyası da dahil olmak üzere tüm sektörler için zorunlu bir ilke haline geldi. Art Basel , etkinliklerinin karbon ayak izini asgari düzeye indirmek amacıyla, bağlı bulunduğu MCH Group AG ile birlikte dört fuarının da karbon emisyonlarını düzenli olarak ölçerek bir azaltma stratejisi geliştiriyor. Bu kapsamlı yaklaşım; lojistikten enerji tüketimine, malzeme kullanımından geri dönüşüme kadar tüm süreçleri kapsıyor. Boss da aynı doğrultuda, yenilikçi ve sorumlu tasarım anlayışını öne çıkararak sürdürülebilirliğe olan bağlılığını vurguluyor. Böylece iki marka, “sorumlu inovasyon” ortak paydasında buluşuyor ve sanat ile modanın kültürel gelişime katkı sağlarken doğaya saygı duyan bir geleceğe işaret ediyor. Ortak Bir Dilde Buluşmak Yeni nesil Art Basel Awards  ile desteklenen bu iş birliği, sadece moda ve sanatı bir araya getirmekle kalmıyor; aynı zamanda küresel ölçekte daha sorumlu, yenilikçi ve dahil edici bir vizyonu da ateşliyor. Boss’un sanatsal ufku genişleten tutkulu yaklaşımıyla Art Basel’in öncü duruşu birleştiğinde, ortaya sanat ve modanın kesişim noktasında yepyeni bir hikâye çıkıyor: Kültürü dönüştüren, sürdürülebilirliği yücelten ve kolektif yaratıcılığı kutlayan bir hikâye. Bu yılki Art Basel fuarları ve ödül törenleri, hem moda tutkunlarının hem de sanat meraklılarının ajandasında yerini çoktan aldı. Benzersiz gösterimler, heyecan verici diyaloglar ve geleceği şekillendirecek vizyoner adımlara tanık olmak isteyen herkes, Boss ve Art Basel’in el ele verdiği bu zengin deneyimin parçası olmaya davetli. Sahnede ışıldayan yalnızca sanat ve moda değil; aynı zamanda gezegene duyulan sorumluluk ve yaratıcı kolektifin sonsuz potansiyeli.

  • Sürdürülebilir Sanat Hayvanların Refahı için Şekillendi ve 'EARTHBALLS'un İlham Verici Yolculuğu Başladı

    Sanatçı Evan Bobo 'nun yaratıcılık, sürdürülebilirlik ve duyarlılığı harmanlayan eşsiz eseri "EARTHBALLS" , sanat dünyasında ses getirdikten sonra beklenmedik ve anlamlı bir görev üstlendi. Miami Sanat Haftası'nda Art Basel ziyaretçilerini büyüleyen bu etkileşimli enstalasyon, şimdi Florida'daki "Büyük Maymunlar Merkezi"nde kurtarılan orangutanlar ve şempanzelerin hayatlarına dokunuyor.   "EARTHBALLS", tamamen atık olarak değerlendirilen kraliyet palmiye yapraklarının dokunmasıyla oluşturulmuş sürdürülebilir bir sanat eseri. Festival alanında "Beni Yuvarla/ ROLL ME" " yazan eğlenceli tabelalarıyla ziyaretçileri kendisiyle etkileşime geçmeye davet eden bu eser, dokunmayı ve keşfetmeyi teşvik ederek sanatla izleyici arasındaki geleneksel sınırları ortadan kaldırdı. Festivalin ardından eseri sökmek yerine, sanatçı Bobo, yenilikçi bir kararla bu dev eseri Florida'nın Wauchula bölgesindeki Büyük Maymunlar Merkezi'ne bağışladı. Burası, daha önce eğlence sektöründe, egzotik hayvan ticaretinde ya da araştırmalarda kullanılan şempanze ve orangutanlara yaşam boyu bakım sağlayan önemli bir koruma alanı. "EARTHBALLS", merkezde yaşayan primatlara fiziksel aktivite ve zihinsel uyaran sağlayarak hayvanların günlük yaşamına yeni bir heyecan kattı. İlk izlenimler, merkezin sevilen sakinlerinden Stryker, Oopsie ve Bubbles gibi şempanzelerin bu büyük toplarla coşkuyla oynadığını, onları yuvarlayıp iterek keyifli zaman geçirdiğini gösteriyor. Eserin kolaylıkla taşınabilmesi ise onu farklı yaşam alanlarında dolaştırarak, hayvanların sürekli yeni deneyimler edinmesini sağlıyor ve sıkılmalarını önlüyor. Sanatçı Evan Bobo, kurduğu "Explore More Beyond" adlı sürdürülebilir sanat girişimiyle, kullanılmayan malzemeleri etkileyici sanat eserlerine dönüştürerek çevre bilincini güçlendirmeyi amaçlıyor. Sanat eserlerinin, sergilendikten sonraki yaşam döngüsünün de dikkate alınması gerektiğini vurgulayan Bobo, sanatın çevre ve toplum için taşıdığı sorumluluğa dikkat çekiyor. "EARTHBALLS" sanatın sadece görsel bir şölen olmadığını, aynı zamanda toplumsal bilinç yaratma ve hayvan refahına katkı sunma konusunda da önemli bir araç olabileceğinin canlı bir örneği. Bu başarılı örnek, benzer girişimlerde bulunmak isteyen diğer sanatçılara ve hayvan koruma merkezlerine ilham veriyor. Bu hikâye, sanatçıların toplumsal ve ekolojik konularda üstlendikleri öncü rolü bir kez daha ortaya koyarken, yaratıcılık ve sürdürülebilirliğin insan ve doğa için nasıl güçlü bir köprü kurabileceğini gözler önüne seriyor.

  • Lucy & Yak’ın Nöroçeşitlilik Haftası’nı Desteklemek için Sınırlı Sayıdaki Sürdürülebilir Koleksiyonu Piyasaya Sürdü

    Sosyal ve çevre bilinciyle tanınan İngiliz moda markası Lucy & Yak, 17-23 Mart tarihleri arasında kutlanan Nöroçeşitlilik Farkındalık Haftası  için özel bir kapsül koleksiyon piyasaya sürüyor. Nöroçeşitliliği desteklemek amacıyla hazırlanan sınırlı üretim koleksiyon, tamamen organik materyallerden  üretilmiş salopet, tişört ve pantolonlardan oluşuyor​  Tasarımlar, nöroçeşitli bir sanatçı  olan ve We Are Hairy People kolektifinin kurucusu Sarah Caulfield’ın el çizimi benzersiz illüstrasyonlarını taşıyor​   Koleksiyon, estetik yenilik kadar anlamlı bir amaç da taşıyarak satış gelirlerinin %100’ünü Birleşik Krallık’taki ADHD Foundation’a (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Vakfı) bağışlayacak. Nöroçeşitlilik Haftası için Sürdürülebilir Moda Adımı Lucy & Yak’ın bu girişimi, nöroçeşitliliğe dikkat çekerken sürdürülebilir modayı da ön plana çıkaran ilham verici bir adım. Koleksiyonun çıkış noktası, farklı nörolojik özelliklere sahip bireylerin deneyimlerini moda aracılığıyla görünür kılmak ; bu yüzden her tasarım, nöroçeşitli özellikleri temsil eden belirli bir hayvan figüründen ilham alıyor​ Örneğin arı, ahtapot ve salyangoz gibi canlılar üzerinden nöroçeşitliliğin çeşitli yönleri sembolize edilmiş durumda. Sanatçı Sarah Caulfield, koleksiyon hakkında yaptığı açıklamada “bu koleksiyon kendiniz olmanın ne kadar güçlü olduğunu kutluyor. Nöroçeşitlilik, seçtiğimiz canlılar gibi, ‘farklı ama eksik değil”  diyerek farklılıkları sahiplenmenin, kabul etmenin ve aslında farklı olanın da doğalın bir parçası olduğunu vurguluyor.   Hem tasarım hem de mesaj boyutuyla dikkat çeken koleksiyon, Lucy & Yak’ın moda ile toplumsal farkındalığı birleştirme yolunda moda sektörüne içten bir soluk getiriyor. Organik Materyaller ve Etik Üretim Süreçleri Markanın sürdürülebilirlik yaklaşımını, Nöroçeşitlilik Koleksiyonu’nun her aşamasında görmek mümkün. Lucy & Yak, uzun süredir GOTS sertifikalı organik pamuk  ve geri dönüştürülmüş kumaşlar kullanımında sektör liderlerinden biri; nitekim 2024 etki raporlarına göre ürünlerinin %87’si organik pamuk içerirken %64’ü üretim artığı (deadstock) kumaşlardan yapılıyor​ Bu koleksiyondaki parçalar da aynı prensiple geliştirilmiş: organik pamuklu dokular, çevreye duyarlı olmasının yanı sıra ciltle dost ve dayanıklı yapısıyla öne çıkıyor. Üretim sürecinde Lucy & Yak, Hindistan’daki atölyelerinde adil ücret ve güvenli çalışma koşullarını garanti altına alarak etik üretim standartlarına  sadık kaldığının da sürekli altını çiziyor.   Hızlı modanın aksine, tasarımdan satışa kadar her bir ürüne zaman ve emek harcanıyor – marka yeni koleksiyonlarını genelde 8-12 aylık bir geliştirme süreci sonunda piyasaya sunarak kaliteyi aceleye getirmiyor​   Üstelik Caulfield’ın tasarımları el boyaması tekniklerle hayata geçiriliyor; böylece her parçaya el işçiliğinin özgünlüğü yansıyor ve yavaş moda ruhu pekişiyor. Nitekim Caulfield, Lucy & Yak ekibinde çalıştığı dönemde markanın elde kalan fazla ürünlerini tuval gibi kullanarak onlara yeni bir hayat vermiş, sevilen el boyaması tasarımlara imza atmıştı​.   Bu birikim, şimdi nöroçeşitlilik koleksiyonunun sürdürülebilir moda felsefesine ilham vererek her giyside hem çevresel hem de sanatsal bir değer de yaratıyor. Tasarım Detayları ve Moda Trendleriyle Bağlantı Koleksiyondaki “Bee Yourself” salopet, arı ve petek motifleriyle otizm spektrumundaki bireylerin kendi ritimlerini bulmalarını simgeliyor.  Lucy & Yak, rahat kesimli unisex tulumları (salopet) ile tanınan bir marka ve bu koleksiyonda da klasikleşen o bol ve konforlu silueti anlamlı motiflerle buluşturuyor. Koleksiyondaki her parça, nöroçeşitlilik temasını bir hayvan figürü üzerinden hikâyeleştiriyor: arı desenli yeşil salopetler , otizmli bireylerin kendilerine özgü ritim ve düzenlerini sembolize ediyor​   Siyah pamuklu pantolonlar ın üzerine resmedilen turuncu ahtapotlar , çevresine ustalıkla uyum sağlayabilen, yüksek duyarlılığa sahip zihinlere bir gönderme niteliğinde​   Koleksiyonun grafik tişörtü ndeki sevimli salyangoz illüstrasyonu ise yavaş düşünüp derinlemesine işlemeyen beyinlerin güzelliğine vurgu yaparak “acele etmeden algılamanın” değerini vurguluyor​   Her bir motif, giysiye estetik bir dokunuş katarken altında yatan anlamla da giyen ve gören için sohbet başlatıcı bir unsur haline geliyor. Koleksiyondaki tişört tasarımı, canlı turkuaz zemin üzerine çizilen renkli illüstrasyonlarla “kendini ifade etme” temasını destekliyor.  Markanın imzası haline gelen canlı renk paleti, bu özel seride de kendini gösteriyor. Zeytin yeşili, turkuaz ve siyah gibi farklı temel tonlar üzerine işlenen arı sarısı, mercan turuncu ve pastel pembe gibi göz alıcı renkler, tasarımlara enerjik bir hava kazandırıyor. Lucy & Yak’ın “eğlenceli renkler ve baskılarla dolu, zamansız ve rahat kesimler sunma” vizyonu bu koleksiyonda da hayat bulmuş durumda​.   Renklerin cüretkâr kullanımı, modada popüler olan “dopamin giyimi” trendiyle de örtüşüyor; canlı ve neşe veren parçalar, giyenlerin modunu yükseltirken özgün kişiliklerini yansıtmalarını sağlıyor. Koleksiyondaki rahat formlar ise günümüz moda akımlarına uygun bir denge yakalıyor: geniş cepli salopetler ve esnek belli bol pantolonlar, sokak stilinde yükselişte olan işçi tulumu estetiğine modern bir yorum getiriyor. Hem kadın hem erkek bedenlerine uyum sağlayabilen bu oversize  kesimler, cinsiyetsiz ve kapsayıcı moda eğilimine dikkat çekiyor. Lucy & Yak, özellikle nöroçeşitli bireylerin duyusal konforunu  düşünerek koleksiyondaki kalıpların mümkün olan en rahat ve yumuşak formda olmasına özen göstermiş; marka bu parçaların “en konforlu ve duyusal dostu” tasarımları olduğunu belirtiyor​   Yumuşak dokulu organik kumaşlar, rahatsız edici etiket veya dikiş detaylarından arındırılmış iç yapılar ile birleşerek, hassasiyeti olanlar da dahil herkes için giyim deneyimini keyifli hale getiriyor. Sonuç, stil ve rahatlığın  kusursuz birleşimi: Moda editörlerinin tabiriyle, bu koleksiyon hem göze hem ruha hitap eden çağdaş bir estetik sunuyor. Lucy & Yak’ın Sosyal Sorumluluğa Olan Duyarlılığı Lucy & Yak, moda dünyasında sosyal sorumluluk vizyonuyla  hareket eden bir marka olarak biliniyor. Geçtiğimiz yıl yine Sarah Caulfield ile iş birliği yaparak çıkardıkları “Every Body & Every Mind” koleksiyonuyla topluluklarında nöroçeşitliliğe dikkat çekmiş ve müşterilerinin büyük beğenisini kazanmışlardı​ Bu süreklilik, markanın belirli bir haftayla sınırlı kalmayıp yıl boyu süren bir farkındalık çabasının parçası olduğunu gösteriyor. Nöroçeşitlilik Koleksiyonu’na paralel şekilde Lucy & Yak, fiziksel mağazalarında her ay duyusal dostu alışveriş seansları düzenleyerek otizm spektrumundaki ve diğer nöroçeşitli müşteriler için konforlu bir ortam yaratıyor; ışıkların kısılması, sakin müzik seçimi, müşterinin isteği dışında yaklaşılmamasını belirten rozetler gibi uygulamalarla mağazalarını kapsayıcı hale getiriyor​   Marka sadece nöroçeşitlilik konusunda değil, aynı zamanda LGBTQ+ gibi çeşitli topluluklara destek veren kampanyalara da imza atıyor. 2024 yılında toplam £209.125  tutarında bağışı farklı yardım kuruluşlarına aktararak geniş bir sosyal etki yaratmış olmaları buna bir örnek​   Lucy & Yak ayrıca Re:Yak  adını verdiği geri alım programıyla müşterilerinin kullanmadığı ürünleri tekrar bünyesine kazandırıp ikinci el olarak satarak binlerce “yak”ı (ürünlerini) çöpe gitmekten de kurtarıyor​   Bu döngüsel moda girişimi sayesinde 11.000’den fazla  Lucy & Yak parçası yeniden dolaşıma girmiş durumda​   Tüm bu çabalar, markanın “insanları ve gezegeni koruma” ilkesiyle uyum içinde, modayı bir amaç platformu olarak gördüğünü ortaya koyuyor​   Lucy & Yak, köklerinden beri benimsediği değerleri her koleksiyonunda somut adımlara dönüştürerek, moda dünyasında daha sürdürülebilir ve duyarlı bir geleceğin de istersek sağlanabileceğini gösteriyor. Bi*Moda Hayat Yorumu: Bilinçli Tüketim ve Yavaş Moda ile Paralellikler Lucy & Yak’ın Nöroçeşitlilik temalı sürdürülebilir koleksiyonu, günümüz moda trendlerinin temelini oluşturan bilinçli tüketim ve yavaş moda  kavramlarıyla güçlü bir bağlantı kuruyor. Artık pek çok tüketici, satın aldığı kıyafetin sadece şık olmasını değil, aynı zamanda etik ve anlamlı bir hikâye taşımasını bekliyor. Bu koleksiyon da, tasarımcının diğer koleksiyonları gibi bu beklentiyi karşılıyor: bir Lucy & Yak müşterisi, bu parçalardan birini edindiğinde sadece gardırobuna canlı bir tasarım eklemekle kalmıyor, aynı zamanda nöroçeşitlilik alanındaki bir sosyal sorumluluk projesine de katkı sunmuş oluyor​ Sınırlı sayıda ve özenle üretilen ürünlerden oluşması, koleksiyonu hızlı modadaki “al ve at” döngüsünün karşısına konumlandırıyor. Lucy & Yak, ürünlerini mümkün olduğunca uzun ömürlü kılmaya odaklanıyor; koleksiyon parçaları yüksek kalite standartlarında üretildiği için, giyildikten yıllar sonra bile değerini koruyor ve hatta ikinci el piyasasında yeni sahiplerini bulabiliyor​   Marka bu yaklaşımı “sürdürülebilir kumaşlar ve adil ücretlerle üretim yapıyoruz; ürünlerimiz ucuz ya da tek kullanımlık değil” diyerek özetliyor​   Bu duruş, “daha az satın al, daha iyi satın al” mottosuyla öne çıkan bilinçli tüketici trendini yakalayan samimi ve sürdürülebilir bir vizyon. Yavaş moda akımının benimsediği kalite, dayanıklılık ve etik üretim standartları, Lucy & Yak’ın iş modelinde hayat bulmuş durumda. Nöroçeşitlilik Koleksiyonu da bu felsefenin güncel bir yansıması olarak, modanın hem şık hem de sorumlu olabileceğini  gösteriyor. Sürdürülebilir materyallerle üretilmiş, etik değerlerle bezenmiş bu tasarımlar, modanın sadece trendleri takip etmek yerine toplumsal farkındalığı artıran ve pozitif değişimi destekleyen  bir araç olabileceğini gözler önüne seriyor. Lucy & Yak’ın vizyoner yaklaşımı, bilinçli tüketim çağındaki moda tutkunlarına hem stil sahibi hem de duyarlı olmanın mümkün olduğunu gösterirken, endüstriye de sürdürülebilir ve kapsayıcı bir geleceğe dair umut aşılıyor. Nöroçeşitlilik Haftası (Neurodiversity Celebration Week) nedir? Nöroçeşitlilik Haftası, bireylerin beyin farklılıklarını ve çeşitli bilişsel işleyiş biçimlerini kabul etmek ve kutlamak amacıyla her yıl düzenlenen küresel bir farkındalık etkinliğidir. 2018 yılında İngiliz aktivist ve girişimci Siena Castellon  tarafından başlatılan bu hafta, nörodiverjan bireylerin güçlü yönlerini vurgulamayı, eğitimde ve iş hayatında kapsayıcılığı artırmayı ve nöroçeşitliliğe dair yanlış algıları yıkmayı hedefler. Geleneksel olarak nörolojik farklılıklar (otizm, DEHB, disleksi, dispraksi vb.) genellikle birer "engel" olarak görülmüştür. Oysa nöroçeşitlilik hareketi, bu farklılıkların eksiklik değil, insan biyolojisinin doğal bir parçası olduğunu  ve nörodiverjan bireylerin toplum için önemli katkılar sunduğunu vurgular. Nöroçeşitlilik Kutlama Haftası da bu perspektifi güçlendirmek için her yıl öğrenciler, öğretmenler, işverenler ve toplum genelinde farkındalık yaratmaya yönelik etkinlikler ve kampanyalar düzenlenmesini teşvik eder.   Kaynaklar: Lucy & Yak launches limited-edition collection supporting Neurodiversity Celebration Week  – TheIndustry.fashion (17 Mart 2025) - https://www.theindustry.fashion/lucy-yak-launches-limited-edition-collection-supporting-neurodiversity-celebration-week/#:~:text=Dungarees%20have%20been%20hand,whether%20alone%20or%20alongside%20others Fast Fashion vs Slow Fashion – Why we’re neither  – Lucy & Yak Blog (20 Ocak 2022) https://lucyandyak.com/en-tr/blogs/news/fast-fashion-vs-slow-fashion-why-were-neither#:~:text=Our%20clothing%20is%20%E2%80%9Caffordable%E2%80%9D%20for,is%20not%20cheap%20or%20disposable Sarah Caulfield, Lucy & Yak Hand Painted Dungarees  – We Are Hairy People Blog (t.y.)- https://www.wearehairypeople.co.uk/blogs/studio-hairy/lucy-yak-hand-painted-dungarees?srsltid=AfmBOorPj8gIqsF8RWJFyWlbr0oD_o4FGs1zSXKHI58YmVbg_Uk96B7-#:~:text=During%20my%20two,very%20loved%20hand%20painted%20dungarees

  • Mudo Re: Life Sürdürülebilirlikte Moda Sektörüne Yeni Bir Soluk Mu Getiriyor?

    Moda endüstrisi, sürdürülebilirlik kavramını uzun süredir gündeminde tutuyor. Ancak konu, yalnızca geri dönüştürülmüş materyaller kullanmakla sınırlı değil. Gerçek bir dönüşüm, üretimden tüketime kadar uzanan tüm sürecin yeniden ele alınmasıyla mümkün olabilir. Türkiye’de bu dönüşüm adına atılan dikkat çekici adımlardan biri, Mudo’nun Re: Life konseptiyle gündeme geliyor. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’daki Brandium AVM’de kapılarını açan Mudo Re: Life mağazası , yalnızca yeni bir satış noktası değil; sürdürülebilir tüketim alışkanlıklarını destekleyen alternatif bir model olarak öne çıkıyor. Modada Yeni Bir Değer Algısı Moda endüstrisi, her yıl milyonlarca ürünü yalnızca küçük üretim kusurları nedeniyle imha ediyor. Halbuki bu ürünler, kalitesinden hiçbir şey kaybetmemişken yalnızca estetik ya da standart farklılıkları sebebiyle raflara çıkamıyor. Re: Life  konsepti, üretim sürecinde küçük kusurları bulunan ancak fonksiyonel ve kaliteli ürünlerin imha edilmek yerine tekrar değerlendirilmesini temel alıyor.  “Kusur” kavramını yeniden tanımlayarak, kusurlu ürünlerin raflara dönmesini sağlarken çevresel atık miktarını da ciddi şekilde azaltmayı hedefliyor. Bu yaklaşım, moda sektöründe giderek daha fazla önem kazanan “ürün yaşam döngüsünü uzatma” anlayışını destekliyor. Bugün artık ürünün yalnızca "neyle üretildiği" değil, "üretilen ürünün nasıl değerlendirildiği" de büyük önem taşıyor. Diğer yandan, yüksek kaliteye erişimin daha erişilebilir fiyatlarla mümkün olması, tüketiciler açısından da cazip bir avantaj sunuyor. Kaliteyi ve işlevselliği koruyan ancak ufak kusurlar taşıyan ürünleri çok daha uygun fiyatlarla tüketiciye sunması sadece ekonomik değil, aynı zamanda çevreci de. Ürünleri çöpe göndermek yerine tekrar döngüye kazandırmak, doğaya bırakılan yükü azaltıyor. Yani hem gezegen kazanıyor hem de tüketici. Örnek Olabilecek Bir Yaklaşım Türkiye’de sürdürülebilirlik söylemiyle hayata geçirilen perakende konseptleri henüz istenilen düzeye ulaşmamışken, Mudo Re: Life  gibi örnekler bu alanda ilham verici birer örnek teşkil etme yolunda. Kusur kavramını yeniden tanımlayan, değer yaratma biçimini dönüştüren bu model; moda dünyasında sorumluluk temelli yeni bir yolculuğun habercisi olabilir.

  • Taipei Moda Haftası FW25‘e Sürdürülebilir Kapsül Koleksiyonlar Damgasını Vurdu

    Moda dünyası, son yıllarda sürdürülebilirlik ve yenilikçilik kavramlarını ön plana çıkararak, çevreye duyarlı ve yenilikçi tasarımlarla geleceği şekillendirmeye odaklanıyor. Bu yaklaşımın en çarpıcı örneklerinden biri de, 27-30 Mart 2025 tarihleri arasında Songshan Kültürel ve Yaratıcı Parkı'nda düzenlenen Taipei Moda Haftası Sonbahar/Kış 2025 etkinliği oldu. "Sonsuz Moda" temasıyla gerçekleşen bu etkinlik, sürdürülebilir tekstil inovasyonları ve sektörler arası iş birliğiyle moda dünyasında yeni bir sayfa açtı. Açılış gösterisinde, Tayvan'ın önde gelen altı moda tasarımcısı, yerel tekstil üreticileriyle güçlerini birleştirerek, döngüsel moda anlayışını yansıtan kapsül koleksiyonlar sundu. Bu iş birlikleri arasında Claudia Wang ile Li Peng Enterprise, DYCTEAM ile Far Eastern New Century Corporation, GIOIA PAN ile Kingwhale Corporation, oqLiq ile Shinkong Textile Co., UUIN ile New Wide Group ve WEAVISM ile Hermin Textile Co. gibi önemli ortaklıklar yer aldı. Her tasarımcı, dijital modelleme teknolojisi ve çevre dostu malzemeleri kullanarak, sürdürülebilir tasarımlarını 3D sanal performanslarla sergiledi. ​ Claudia Wang'ın Taipei Moda Haftası'ndaki 25. Sonbahar/Kış koleksiyonu: Yapay zeka ile simüle edilmiş ekose baskılar   Etkinlik boyunca düzenlenen yedi dinamik gösteri, Taipei'nin farklı mekanlarında gerçekleşerek, CHOW des HOMME, HANSEN ATELIER, INF, INMORIES, Liyu Tsai, Yenline ve Yentity gibi tasarımcı markalarını moda severlerle buluşturdu. Ayrıca, sürdürülebilir moda pazarı ve sürdürülebilir yaşam atölyeleri gibi etkinliklerle, katılımcılara çevre dostu yaşam tarzları hakkında bilgi ve deneyim sunuldu. UUIN FW25 Taipei Moda Haftasında: %100 geri dönüştürülmüş malzemeler Tayvan Kültür Bakan Yardımcısı Sue Wang, "Sonsuz Moda" temasının, bireylerin sürdürülebilirlik bilincini artırmada önemli bir rol oynadığını vurguladı. Wang, moda endüstrisinin mevcut zamanı yansıtırken, geleceği de şekillendirme gücüne sahip olduğunu belirterek, iklim değişikliği ve çevresel krizlerle mücadelede somut adımlar atılması gerektiğinin altını çizdi. Taipei Moda Haftası'nda DYCTEAM FW25: Okyanus geri dönüşümlü iplik ve 3D örgü teknolojisi Taipei Moda Haftası Sonbahar/Kış 2025, moda dünyasında sürdürülebilirlik ve yenilikçiliğin nasıl harmanlanabileceğini gösteren etkileyici bir örnek oldu. Tayvan'ın tekstil ve teknoloji alanındaki liderliği, moda tasarımcılarıyla yapılan iş birlikleri sayesinde, çevreye duyarlı ve yenilikçi tasarımların ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Bu etkinlik, moda endüstrisinin geleceğinde sürdürülebilirlik ve inovasyonun ne denli önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

  • YKK®'nın Üçüncü Sürdürülebilirlik Dergisi Yayınlandı

    Kaynak: https://ykkdigitalshowroom.com/ YKK®, moda endüstrisine yön veren yenilikçi bağlantı çözümleriyle tanınmakla kalmayıp, aynı zamanda gezegenin geleceğine de öncelik veren küresel bir lider olarak öne çıkıyor. Şirket, sürdürülebilirlik konusundaki kararlılığını pekiştiren yeni raporunda, daha temiz ve daha sorumlu bir üretim yaklaşımını desteklemek için attığı somut adımları ele alıyor. “Cycle of Goodness” (İyilik Döngüsü) felsefesine dayanan uzun vadeli stratejisi ise YKK’nın sadece iş ortaklarına ve müşterilerine değil, topluma da değer katma amacının altını çiziyor. Sorumlu Üretimin Yeni Yol Haritası YKK’nın son sürdürülebilirlik çalışmaları, atıkları azaltma, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş ve yaşam döngüsü boyunca çevreye dost ürünler tasarlama etrafında şekilleniyor. Şirket, karbon nötrlüğü hedeflerine ulaşmak için küresel çapta yürüttüğü programlarla dikkate değer bir yol kat etmiş durumda. Bugün pek çok üretim tesisinin tamamı, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla faaliyet gösteriyor; bu da hem yerel topluluklara hem de küresel çevreye olumlu katkı sağlıyor. Tek Malzemeli Düğme ve Perçin Çözümleri Moda sektörünün geri dönüşüm ve döngüsel ekonomi vizyonunu desteklemek için geliştirilen tek malzemeli, saplı düğme ve perçinler, özellikle giysi geri dönüşüm süreçlerini kolaylaştırıyor. Kolayca sökülebilmeleri ve tamamen geri dönüştürülebilir materyallerden üretilmeleri sayesinde, metal atığı büyük ölçüde azalıyor ve yeniden kullanım oranı artıyor. Bu yaklaşım, Avrupa başta olmak üzere küresel moda markalarının sürdürülebilir üretim anlayışını güçlendiriyor. Atık Yemeklik Yağların Boyama Maddesine Dönüşümü Geleneksel boyama süreçleri, yüksek kimyasal tüketimi ve çevreye verdiği zararla bilinir. YKK ise bu soruna farklı bir çözüm getirmek için iş birliği yaptığı paydaşlarla, atık yemeklik yağlardan elde edilen çevreci boyama maddesi REVECOL®’u benimsiyor. Böylece üretim süreçlerinde hem enerji ve kaynak verimliliği sağlanıyor hem de doğal ekosistem üzerindeki yük azaltılmış oluyor. Kapsamlı Emisyon Azaltma ve Yenilenebilir Enerji Geçişi Şirketin karbon ayak izini küçültmeye yönelik net sıfır planı kapsamında, sera gazı emisyonlarında önemli bir azalma sağlanıyor. 2018 mali yılını referans alan çalışmalara göre, YKK dünyanın farklı bölgelerinde bulunan 37 tesisinde tamamen yenilenebilir enerjiden yararlanarak güçlü bir emisyon düşüşü kaydetmiş durumda. Bu adımlar, YKK’nın yalnızca kendi üretim tesislerinde değil, aynı zamanda tüm değer zincirinde de çevresel etkiyi azaltma hedefi güttüğünü gösteriyor. Biyoçeşitliliği ve Ekosistemleri Koruma Japonya’nın Kurobe bölgesinde yer alan YKK Merkez Park projesi, sürdürülebilir üretimin yanında ekolojik iyileştirmeye de öncelik veriyor. Yerel bitki örtüsünün ve vahşi yaşamın yeniden canlandırılması amacıyla yürütülen çalışmalar, sorumlu sanayi uygulamalarının doğayla uyumlu bir şekilde var olabileceğine dair güçlü bir örnek oluşturuyor. Pirinç Geri Dönüşüm Projesi YKK’nın Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Macon, Georgia tesisinde yürütülen pirinç geri dönüşüm girişimi ise 2008’den bu yana iki milyon kilogramdan fazla pirinç hurdasının yeniden değerlendirilmesini sağladı. Şirketin Geri Dönüşüm İddia Standardı (RCS) sertifikası almasıyla birlikte, ham madde kullanımındaki bu örnek uygulama hem YKK’nın döngüsel ekonomiye katkısını hem de Kuzey Amerika ölçeğinde sürdürülebilir üretime yaptığı olumlu etkinin altını çiziyor. “İyilik Döngüsü” Felsefesi ve Sektöre Yansıması Kurucusu Tadao Yoshida’nın “başkalarına fayda sağlamadan kimse başarılı olamaz” yaklaşımını temel alan YKK, neredeyse 90 yıllık tarihinde hep toplumsal sorumluluğu merkeze aldı. Bu ilke, şirketin ürün geliştirme, tedarik zinciri yönetimi ve kurumsal ilişki stratejileri gibi pek çok alanda kılavuz olmaya devam ediyor. YKK’nın sürdürülebilirlik yolculuğundaki son gelişmeleri, sektörün geleceğine dair umut verici bir tablo çiziyor. Döngüsel tasarım, karbon nötrlüğü ve biyoçeşitlilik alanlarında öncü girişimlere imza atan şirket, küresel paydaşlarını da benzer uygulamalara davet ediyor. YKK’nın yeni yayınlanan üçüncü “Sürdürülebilirlik Dergisi”, çevresel sorumluluk ve inovasyon arasındaki dengenin nasıl kurulabileceğini göstermesi açısından hem moda dünyasına hem de diğer endüstrilere ilham verecek nitelikte. Daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler, YKK’nın kendi web sitesini ziyaret ederek bu kapsamlı çalışmanın detaylarına göz atabilirler.YKK®, moda endüstrisine yön veren yenilikçi bağlantı çözümleriyle tanınmakla kalmayıp, aynı zamanda gezegenin geleceğine de öncelik veren küresel bir lider olarak öne çıkıyor. Şirket, sürdürülebilirlik konusundaki kararlılığını pekiştiren yeni raporunda, daha temiz ve daha sorumlu bir üretim yaklaşımını desteklemek için attığı somut adımları gözler önüne seriyor. “Cycle of Goodness” (İyilik Döngüsü) felsefesine dayanan uzun vadeli stratejisi ise YKK’nın sadece iş ortaklarına ve müşterilerine değil, topluma da değer katma amacını derinlemesine yansıtıyor.

  • Balinalar ile İklim Değişikliği Arasındaki Güçlü Bağ

    Son dönemde, önde gelen bilimsel dergilerde (örneğin Nature , Science  ve Frontiers in Marine Science ) yayımlanan araştırmalar, balinaların iklim değişikliği konusunda adeta bir “haberci” konumunda olduğunu gösteriyor. Özellikle 2023 yılında NOAA (National Oceanic and Atmospheric Administration) destekli bir çalışmada, deniz ısınması (marine heatwave) sonucu balinaların av popülasyonlarında dramatik bir düşüş yaşandığı, bu durumun balina seslerinde belirgin bir azalmaya yol açtığı ortaya kondu. Balina sesleri—biyologların sıkça “okyanusun nabzı” olarak nitelendirdiği bu çağrılar—o kadar çok bilgi barındırıyor ki, artık araştırmacılar bu ses kayıtlarını kullanarak okyanus sağlığına dair önemli ipuçları elde edebiliyorlar. Gürültü düzeyindeki düşüş , balinaların yetersiz beslenme veya göç rotalarını değiştirme gibi stres işaretlerine işaret ediyor. Bu da okyanus ekosisteminin zincirleme etkilendiğini ve deniz canlılarının birbirine ne kadar bağımlı olduğunu gözler önüne seriyor. Balinaların Ekosisteme Katkısı Balinalar, uzun yıllardır deniz ekosistemlerinin “bahçıvanları” olarak tanımlanıyor. Bunda en büyük etken, beslenme döngüleri ve atıklarının okyanus yüzeyinde yaşayan plankton topluluklarına sağladığı katkı. Plankton, çoğu mikroskobik boyutta olan bitkisel (fitoplankton) ve hayvansal (zooplankton) organizmalardan oluşur. Özellikle fitoplankton, fotosentez yaparak atmosferdeki karbondioksiti emer ve oksijen üretir. Bu sayede sadece deniz yaşamının değil, küresel iklim dengesinin de temel taşlarından biri haline gelir. Balinaların sayısındaki azalma veya göç rotalarındaki değişimler, plankton popülasyonları üzerinde zincirleme etkilere yol açabilir. Bu durum, okyanuslardaki besin ağının bozulmasına ve sonuç olarak küresel karbon döngüsünün sekteye uğramasına neden olur. Zira planktonun karbondioksiti emme kapasitesi düştüğünde, sera gazı salımlarının dengesi daha da bozulur ve iklim değişikliği hız kazanır. Bugün küresel ısınma, plastik kirliliği ve aşırı avlanma gibi tehditler okyanusların dengesini her geçen gün sarsıyor. Balinaların yok oluşu veya göç yollarının değişmesi, bize hem deniz yaşamının hem de tüm gezegenin sağlığının kritik bir eşikte olduğunu gösteren güçlü bir uyarı niteliğinde. Üstelik bu uyarı, duygusal açıdan da derin bir anlam taşıyor: Balinalar, insanoğlunun doğayla kurduğu en kadim ve güçlü bağlardan birini temsil ediyor. Onların varlığı, doğanın zenginliğine duyduğumuz hayranlığı ve sorumluluğu pekiştirirken; kayıpları ise yalnızca okyanus ekosistemini değil, insanlığın geleceğini de tehdit ediyor. Balinalar gibi büyük deniz memelileriyle empati kurmak , onlarla benzer “ev”i paylaştığımız duygusunu güçlendiriyor. Özellikle sürdürülebilirliğe önem veren kitleler için bu his, çevre konusunda harekete geçmenin en güçlü motivasyon kaynaklarından biri olabiliyor. Neler Yapılabilir? Sorumlu Tüketim ve Avlanma : Balık tüketiminde sürdürülebilir sertifikalara dikkat ederek, aşırı avlanmanın önüne geçmek. Atık Azaltma : Okyanusa karışan plastik ve diğer kirleticileri azaltmak için günlük alışkanlıklarımızı gözden geçirmek. Bilim ve Teknoloji Desteği : Balina seslerini izleyen projeler ve deniz koruma alanlarını genişletmeye yönelik çalışmaları desteklemek. Farkındalık Yaratmak : Balinalarla ilgili belgesel gösterimleri, sosyal medya kampanyaları ve eğitim programları düzenleyerek daha geniş kitlelere ulaşmak. Balinalar, sadece devasa birer deniz canlısı değil, aynı zamanda gezegenimizin geleceğiyle ilgili birer alarm zili . Son araştırmaların gösterdiği üzere, onların seslerindeki kesinti, okyanus tabanından atmosferimize uzanan koca bir ekosistemin çığlığı olabilir. Bu çığlığı duymak ve harekete geçmek ise her birimizin elinde. Sürdürülebilir bir gelecek için, balinaların sesini daha dikkatli dinlemek ve onlarla kurduğumuz bağı güçlendirmek zorundayız.

  • Coach x Beyond Retro I Bank & Vogue Sürdürülebilir İşbirliği

    Yeni sezonun en heyecan verici işbirliği, Coach ile vintage perakendeci Beyond Retro’nun ana şirketi Bank & Vogue arasında gerçekleşti. Sonuç? Eski denim parçaların lüks tasarımlarla buluştuğu, sürdürülebilirliğin zarafetle birleştiği bir çanta koleksiyonu. Bu özel seri, Coach’un ikonik silüetlerini yeniden yorumlarken sürdürülebilir moda ile lüks moda arasında yeni bir köprü kuruyor. Denim ve Derinin Buluşması Dünyanın önde gelen moda markalarından biri olan Coach, geri dönüştürülmüş malzemelerden hazırladığı yeni çanta koleksiyonuyla sürdürülebilirliğe vurgu yaparak moda dünyasına ilham veriyor. Özel bir ortaklıkla Bank & Vogue’un uzmanlığından faydalanan marka, kullanılmış tekstilleri yeniden hayat bulduran parçalarla, “eski”nin nasıl “yeni”ye dönüştürülebileceğini yaratıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Patchwork Büyüsü Koleksiyonun merkezinde, vintage denim kumaşın farklı dokularını zarif deri detaylarla harmanlayan tasarımlar yer alıyor. Patchwork tekniğiyle bir araya getirilen denim kumaşlar, yıpranmış görünümleri sayesinde çantalara modern ve özgün bir hava katıyor. Coach’un ikonik eldiven tabaklanmış derisi, bu denimle birleşerek güçlü kontrastlar yaratıyor. Özellikle patchwork desenli çantalarda, farklı mavi tonları ve dokular, spor-şık bir etki uyandırırken klasik Coach silüetini de koruyor. İkonik Çantalar, Yeni Hikâyeler Patchwork Kargo Tote : Günlük stile sofistike bir dokunuş katmak isteyenlerin favorisi olacak bu model, geniş iç bölmesi ve pratik cepleriyle fonksiyonelliği ön plana çıkarıyor. Geri dönüştürülmüş denim kumaşlar bir araya getirilerek elde edilen dış yüzeye, Coach’un simgesi olan deri şeritler eşlik ediyor. Şık olduğu kadar kullanışlı olan bu tote, özellikle rahat kesim pantolonlar ve sneaker’larla kombinlenebilecek şehir stiline uyum sağlıyor. Patchwork Kapitoneli Tabby Omuz Çantası 26 : Coach’un klasik Tabby silüetini anımsayın… Şimdi ona kapitone işçilik, patchwork tekniği ve vintage esintiler ekleyin. Ortaya çıkan bu tasarım, 70’lerin o bohem havasını modern bir şıklıkla harmanlıyor. Coach’un klasik omuz çantasının sürdürülebilir bir yorumu olan bu model, patchwork kapitone detayıyla göz dolduruyor. Modern dokunuşlar taşıyan tasarım, canlı mavi geçişler ve yumuşak deri panelleriyle fark yaratıyor. Günlük stillerde iddialı bir aksesuar olarak öne çıkan Tabby Omuz Çantası, şık elbiselerle de güzel bir uyum yakalıyor. Rogue Patchwork Denim Üst Saplı Çanta : Dikdörtgen formlu, güçlü bir duruş sergileyen Rogue model, denim ve deri birlikteliğinin en çarpıcı örneklerinden biri. İster elinizde ister omzunuzda taşıyın, her haliyle bir stil deklarasyonu yapıyor. Sert hatları ve üst sap tasarımıyla dikkat çeken bu model, patchwork denim dokusuyla cesur bir görünüm sunuyor. Kullanılmış kot parçalarından yapılan gövdesi, koyu ve açık mavi tonlarını bir arada barındırıyor. İster klasik bir takım elbiseyi hareketlendirmek ister gündelik tarzı bir üst seviyeye taşımak isteyenler için kusursuz bir seçenek. Coach x Bank & Vogue, geri dönüştürülmüş koleksiyon, Rogue Patchwork Denim Üst Saplı Çanta Kaynak: Bank & Vogue Moda Trendlerini Yakalamak ve Sorumlu Tüketim Günümüzde moda dünyasında en çok konuşulan konulardan biri çevre dostu ve döngüsel üretim anlayışı. Coach’un bu kapsayıcı yaklaşımı, ikinci el kumaşların stil ve kaliteyi koruyacak şekilde yeniden tasarlanabileceğini gözler önüne seriyor. Vintage estetiği modern çizgilerle birleştiren marka, hem yenilenebilir kaynaklara hem de uzun ömürlü tasarımlara vurgu yaparak sürdürülebilir modaya örnek teşkil ediyor. Üstelik kullanılan patchwork tekniği, her bir çantayı eşsiz kılıyor. Farklı tekstil parçalarının özenle bir araya getirilmesi, hem el işçiliğine hem de yaratıcı tasarıma işaret ederek modaya sanatsal bir boyut katıyor. Böylece koleksiyon, “moda ve sanatın buluştuğu nokta” hissini güçlü biçimde yansıtıyor. Renk Oyunları ve Tasarım Detayları Denimin dayanıklı dokusu, Coach’un deri ustalığıyla birleştiğinde ortaya çıkan kontrast oldukça çekici. Patchwork desenler, farklı tonlarda mavi, gri ve bazen neredeyse siyaha yakın parçalardan oluşarak göze çarpıyor. Bu “rastgele” görünen parçalar aslında büyük bir özenle seçilip bir araya getiriliyor ve her bir çanta kendine özgü bir hikâye anlatıyor. İç kaplamalarda ise fonksiyonelliği vurgulayan cepler, minimal dikiş detayları ve markanın ikonik dönme kilitleri dikkat çekiyor. Gardırobunuza Yeni Bir Soluk Bu parçalar yalnızca stilinizi değil, aynı zamanda modayla kurduğunuz bağı da dönüştürebilir. Sürdürülebilir ve uzun ömürlü tasarımlar, her sezonda farklı kombinlerle yeniden canlanabilir. İster maksi elbiselerinizi tamamlayan bir tote arayın, ister skinny jean ve blazer ikilisine sofistike bir dokunuş katacak bir omuz çantası… Seçiminiz ne olursa olsun, “daha az tüket, daha çok dönüştür” felsefesine ortak oluyorsunuz. Coach x Beyond Retro koleksiyonu, sınırlı sayıda üretildiği için her parça gerçek anlamda “özel.” Üstelik yalnızca bir çanta almış olmuyor, aynı zamanda modanın dönüşüm hareketine de katkıda bulunuyorsunuz. Önemli bir davette konuşturan bir aksesuar, günlük hayatınızın kurtarıcı çantası ya da koleksiyon meraklılarının kaçırmak istemeyeceği bir parça... Bu koleksiyon, her bakış açısından yenilikçi ve ilham verici.

  • Taipei Moda Haftası AW25, Sürdürülebilirliği Merkeze Alıyor

    Tayvan’ın başkenti Taipei, 27 Mart - 30 Mart  tarihleri arasında gerçekleşecek Taipei Moda Haftası (TPEFW)  ile bir kez daha moda tutkunlarını ağırlayacak. Etkinliğin resmî internet sitesi ve yerel haber kaynakları ( Taipei Times, Focus Taiwan ) tarafından aktarılan bilgilere göre, Songshan Kültür ve Yaratıcı Parkı (SCCP)  merkezli olarak düzenlenen etkinlik, yedinci yılında uluslararası moda takviminde kendine kalıcı bir yer edinmeyi hedefliyor. Bu yıl sürdürülebilirlik  teması etrafında şekillenen TPEFW, “Sonsuz Moda” konseptini sadece bir slogan olarak bırakmayıp pratikte de uygulamaya koymayı amaçlıyor. “Hayattan, Hayat İçin”  başlığıyla duyurulan Açılış Gösterisi’nde altı yerel tasarımcı, geri dönüştürülmüş kumaş desteğiyle 10’ar parçalık kapsül koleksiyonlar hazırlayacak. Üstelik bu süreçte dijital kalıp hazırlama  ve sanal prova  gibi çevre dostu teknolojilerin kullanılması, kumaşlardaki malzeme tercihlerinin de (örneğin naylon veya polyester) tek bileşenli olması şart koşuluyor. Böylece atık miktarını ve karbon ayak izini azaltmaya yönelik net adımlar atılıyor. Tayvanlı Markalar ve Kuşak Farklılıkları Bir Arada Dört günlük program boyunca Chow des Homme , Hansen Atelier , Liyu Tsai  ve Yenline  gibi toplam yedi Tayvanlı marka, SCCP ve şehrin farklı noktalarında bağımsız defileler düzenleyecek. Genç ve köklü tasarımcıları buluşturan bu seçki, Tayvan modasının kuşaklar arası zenginliğini de yansıtmayı hedefliyor. Sürdürülebilir Moda Pazarı ile Döngüsellik Mesajı TPEFW organizatörleri, sürdürülebilirliği “devam eden bir hareket” olarak tanımlarken, etkinliğin son gününde gerçekleşecek Sürdürülebilir Moda Pazarı  da bu bakış açısını destekliyor. Tasarımcılar, mevsim dışı stoklarını veya numune ürünlerini moda severlerle buluşturacak. Ayrıca moda profesyonelleri ve ünlülerin ikinci el kıyafetlerine de erişme imkânı sunulacak. Bu pazarla eş zamanlı düzenlenen Sürdürülebilirlik Atölyesi , ziyaretçilere tüketim alışkanlıklarını gözden geçirme fırsatı vererek döngüsel moda anlayışını güçlendirmeyi amaçlıyor. Genç Markalara Rehberlik: Fashion The Next Etkinliğin ikinci günü olan 28 Mart ’ta düzenlenecek ‘Fashion The Next’  semineri, moda dünyasının deneyimli isimlerini genç tasarımcılarla buluşturacak. Eski Seul Moda Haftası yöneticisi Jung Kuho, Güney Kore’nin moda etkinliğindeki başarı faktörlerini aktaracak ve uluslararası pazarlara açılmayı hedefleyen markalara öneriler sunacak. Aynı Zamanda Taipei In Style Moda haftasıyla eş zamanlı olarak, yine SCCP bünyesindeki Depo 3  binasında düzenlenecek olan Taipei In Style  fuarı, B2B eşleştirme ve tanıtım fırsatları yaratacak. Burada yaklaşık 30 Tayvan markası, moda profesyonelleriyle iş birliği kurma olanağı elde edecek. Sürdürülebilir Moda Forumları ve Redress Katkısı Moda haftasının ilk günü, eğitim odaklı kar amacı gütmeyen kuruluş Redress  tarafından düzenlenecek bir Trend Forumu ’na sahne olacak. Redress’in yönetici direktörü Nissa Cornish , “Döngüsel ve Sürdürülebilir Moda: Yükselen Tasarımcıları ve Endüstriyi Destekleme” başlıklı konuşmasında döngüsel üretim ve tüketim süreçlerine dair bilgiler paylaşacak. Hong Kong ve Tayvan kökenli Redress mezunlarının eserleri de bu kapsamda sergilenecek. Moda dünyasında adından söz ettiren Taipei Moda Haftası, döngüsel ekonomi  ve çevre dostu üretim  kavramlarını somut adımlarla pekiştirmeye kararlı görünüyor. Güvenilir kaynaklar ( TPEFW Resmî Sitesi, Taipei Times, Focus Taiwan, Redress ) üzerinden edinilen bilgilere bakılırsa, Tayvan bu etkinlik aracılığıyla uluslararası platformda sürdürülebilir moda anlayışının yeni bir merkez üssü olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.

  • DeFacto, Sorumlu Denim Üretimi ile 168 Ton Su Tasarrufu Sağladığını Açıkladı

    Moda sektöründe sürdürülebilirlik, hem üretim yöntemlerini hem de tüketim alışkanlıklarını dönüştürmeye devam ediyor. Bu dönüşümün önemli örneklerinden biri de Türkiye merkezli global moda markası DeFacto’nun denim üretiminde gerçekleştirdiği su tasarruflu çalışmalar. Şirketin paylaştığı son verilere göre, sürdürülebilir yöntemlerle üretilen denim ürünlerinde 168 ton su tasarrufu sağlandı. Su Tasarrufuna Odaklanan Proje DeFacto’nun sürdürülebilir üretim stratejisi çerçevesinde denim ekibi, geleneksel su yoğun işlemlerin yerine lazer ve ozon yıkama  gibi çevre dostu teknolojiler kullanmaya başladı. Tekstil sektöründe bu teknolojilerle ilgili yapılan araştırmalar, lazer ve ozon yöntemlerinin klasik yıkama süreçlerine kıyasla su tüketimini önemli ölçüde azalttığını belirtiyor. DeFacto’nun iç analizleri de bu dönüşümün etkili olduğunu doğrulayarak, toplamda %39 oranında su tasarrufu  sağlandığını gösteriyor. Su tüketimini düşürmenin yanı sıra DeFacto, üretim sürecinde 2.533 kWh enerji tasarrufu  elde ettiğini ve karbon emisyonlarını %14  azalttığını belirtiyor. Bu veriler; sürdürülebilir üretimin yalnızca su kaynaklarını değil, aynı zamanda enerji tüketimini ve sera gazı emisyonlarını da minimize etmeye yardımcı olduğunu gösteriyor. “Daha Az Su, Daha Çok Gelecek” Yaklaşımı DeFacto Sürdürülebilirlik ve CSR Başkanı Elif Çam, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Sürdürülebilir üretim yalnızca bir tercih değil, geleceğe karşı bir sorumluluk. Denim üretiminde gerçekleştirdiğimiz dönüşümün sektöre örnek olmasını diliyoruz,” ifadesini kullandı. Şirketin 2024 yılında CEO Water Mandate ’i imzalayarak su verimliliği ve atık su yönetimi taahhütlerini global bir platforma taşıdığı; 2050 yılı için Net Zero hedefleri doğrultusunda ise karbon ayak izini azaltmaya yönelik çalışmalarını hızlandırdığı belirtiliyor. Sektörel Dönüşüme Katkı Moda dünyasında son dönemde artan oranda benimsenen sorumlu üretim anlayışı , şirketleri sadece kârlılık hedeflerine değil, aynı zamanda çevre ve toplum üzerindeki etkilerine de odaklanmaya yönlendiriyor. Dünya genelinde birçok marka, sürdürülebilirlik raporları yayınlayarak kaynak yönetimi, enerji verimliliği ve ekolojik ayak izini azaltma gibi konularda ilerlemelerini şeffaf bir şekilde paylaşıyor. DeFacto’nun su tasarruflu denim üretimi de bu küresel eğilimin bir yansıması olarak görülüyor.

  • ONTO Retail ile "Sanayiden Sanata" Projesi

    ONTO Retail, ÜÇGE Grup çatısı altında yer alarak TAİDER’in (Aile İşletmeleri Derneği) düzenlediği “Sanayiden Sanata” projesine katıldı ve sürdürülebilir tasarım odağında anlamlı bir iş birliği gerçekleştirdi. Proje kapsamında İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstriyel Tasarım ve İç Mimarlık bölümleri öğrencileri, farklı şirketlerin sağladığı atık malzemeleri kullanarak estetik, işlevsel ve çevresel açıdan sürdürülebilir ürünler tasarlamayı hedefliyor. Öğrenciler, proje süresince firmalarla doğrudan iletişim kurarak tasarım ve sürdürülebilirlik konularındaki yenilikçi yaklaşımları yerinde gözlemleme şansına sahip olacak. Bu sayede hem üretim süreçlerine dair pratik bilgiler edinecek hem de sanayinin geri dönüşüm ve döngüsel ekonomi prensipleri çerçevesinde nasıl çalıştığını yakından deneyimleyecekler. ÜÇGE Grup’un ana fabrikasında düzenlenen buluşmada, öğrencilere endüstriyel üretim süreçleri hakkında kapsamlı bilgiler aktarılırken, kullanılabilecek atık malzemeler yakından incelendi. Yeni nesil ofis tasarımlarına dair paylaşılan mimari yaklaşımlar da öğrencilere ilham oldu. Toplantıya, ÜÇGE Yönetim Kurulu Başkanı Damla Aras, Kurumsal İletişim Müdürü Sevgi Yalçın ve Çevre ve Sürdürülebilirlik Uzmanı Cem Şen ev sahipliği yaptı. Yönetim Kurulu Başkanı Damla Aras, endüstriyel atıkların yenilikçi tasarımlara dönüştürülmesinde gençlerin bakış açısının önemine değinerek, “Geleceğin tasarımcılarıyla iş birliği yapmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Yaratıcılığın ve sürdürülebilir yaklaşımın iş dünyasına önemli katkılar sağlayacağına inanıyoruz,” ifadelerini kullandı. ONTO Retail’in projeye dahil olmasıyla birlikte, perakende sektörünün tasarım, inovasyon ve sürdürülebilirlik alanlarındaki birikimi de sürece katkı sağlıyor. ONTO Retail, mağaza ve ofis konseptleri geliştirme konusundaki uzmanlığıyla projede yer alan öğrencilere hem tasarım hem de işlevsellik noktasında yol göstererek, endüstriyel atıkların yenilikçi ve çevreci tasarımlara dönüşmesine destek oluyor. Sanayi ile sanatın bir araya geldiği “Sanayiden Sanata” projesi, sürdürülebilirliğin önemini vurgularken aynı zamanda öğrencilerin gerçek üretim süreçlerine dahil olmasına olanak tanıyor. Bu değerli etkileşim; hem çevresel sorumluluk bilincini artırmayı hem de tasarım dünyasını geleceğe hazırlamayı hedefliyor.

  • Yaratıcı Tarzın ve Sürdürülebilirliğin Renkli Yüzü Debra Rapoport

    Moda dünyasında, yaş sınırları ve kalıpları yıkarak özgün tarzıyla sahneye çıkan pek çok isim var. Ancak Debra Rapoport, cesur tasarımları, sıradışı aksesuarları ve neşeli tavrıyla bu listenin en başında yer alıyor. Özellikle “Advanced Style” akımıyla adını geniş kitlelere duyuran Rapoport, sadece kıyafetleriyle değil, hayata dair bakışıyla da ilham kaynağı. Gelin, bu rengârenk kadının hikâyesine ve sürdürülebilir moda tutkusuna birlikte göz atalım. New York’tan Dünyaya Uzanan Bir Renk Cümbüşü Debra Rapoport, Amerika’nın sanat ve moda merkezi sayılabilecek New York’ta uzun yıllardır yaşıyor ve kendine özgü tarzıyla sokaklarda adeta sanat eserleri sergiliyor. Aslında onun hikâyesi, çocukluk yıllarında başlıyor. Küçük yaşlarda el işi ve tasarıma olan ilgisini keşfediyor, renklerle ve materyallerle oynamayı seviyor. Daha sonra bu merakını eğitim hayatına taşıyan Rapoport, tekstil ve fiber sanatlar üzerine çalışmalar yaparak farklı malzemeleri bir araya getirmeye başlıyor. Geri Dönüşümle Gelen İlham Rapoport, sadece vintage ya da dikkat çekici kıyafetler giymekle kalmıyor; aynı zamanda bu kıyafetlerin doğaya yük olmasını da engellemek istiyor. Bu yüzden en büyük tutkularından biri de geri dönüştürülebilir malzemelerle çalışmak. Kimi zaman marketten alınan basit bir kâğıt havluyu sıra dışı bir şapkaya dönüştürürken, kimi zaman kullanılmış kumaş parçalarından benzersiz kıyafetler tasarlıyor. Onun gözünde atık olarak görülen her malzeme, yeniden hayat bulabilecek bir sanat eserine dönüşme potansiyeline sahip. Sürdürülebilirliğe verdiği bu önem, onu “çöp”e bambaşka gözle bakmaya itiyor. Özellikle son yıllarda moda sektöründe hızla popülerleşen “upcycle” (yeniden değerlendirerek dönüştürme) akımının da öncülerinden sayılabilecek kadar eski ve özgün örnekler sunuyor. Kullandığı her parça bir sohbet konusu olmaya aday: “Bu şapkayı nereden aldın?” sorusunun cevabı çoğu zaman “Mutfağımdaki kâğıt havludan yaptım!” şeklinde şaşırtıcı ve esprili oluyor. Advanced Style ile Parlayan Yıldız Debra Rapoport’un yıldızının parlamasında, Ari Seth Cohen’in yarattığı ve ileri yaştaki moda tutkunlarını odağa alan “Advanced Style” akımının büyük payı var. İlerleyen yaşlarına rağmen rengârenk, cesur ve hayat dolu giyinen bu kadınlar, Cohen’in objektifi ve bloguyla tüm dünyanın dikkatini çekti. Rapoport, gülüşü, enerjisi ve kendine has tarzıyla adeta “Hayatın her evresinde moda, yaratıcılık ve coşku vardır!” mesajını veriyor. New York sokaklarında onu görüp de gülümsememek neredeyse imkânsız. Kocaman kolyeleri, kat kat kumaşlar, başında çoğu zaman özenle tasarlanmış bir şapka ve tabii ki gözünden eksik etmediği “hayatın tadını çıkarma” ışıltısı… Tüm bunlarla Rapoport, modanın eğlenceli ve özgür yönünü kutluyor. Samimi Bir İlham Kaynağı Samimiyet, Debra Rapoport’un belki de en dikkat çekici özelliği. Moda onun için asla katı kurallara bağlı kalınması gereken bir alan değil. Aksine, özgürleştirici ve iyileştirici bir güç. Kişiliğinde de aynı açıklık ve samimiyeti sergileyen Rapoport, sadece dış görünüşüyle değil, hayata dair sohbetleriyle de ilham veriyor. Onunla yapılan röportajlarda, “ruhunu besleyen, seni mutlu eden ve etrafındakileri de gülümseten şeylerin peşine düş” mesajını sık sık vurguladığını görmek mümkün.   Renklerin ve Cesaretin Büyüsü Rapoport, “modanın tek bir doğruyu” yansıtmadığının canlı kanıtı. Her parçası bir hikâye barındırıyor ve bu parçaların tamamı, rengârenk bir özgüven gösterisine dönüşüyor. Üstelik onun yarattığı görsel şölen, sadece “güzel görünmek” için değil; cesur olmak, kendini ifade etmek ve hayatta keyif alabileceğin alanlar yaratmak için kullanılıyor. Sürdürülebilirliğe Katkısı ve Gelecek Nesillere Mirası Bu rengârenk kadının verdiği en önemli mesajlardan biri, modayı sorumsuz tüketimin aracı olmaktan çıkarmak.  Yaratıcılığın geri dönüşümle birleştiğinde hem dünya hem de insan ruhu için yepyeni kapılar açabileceğine inanıyor. Onun gibi düşünen ve izinden giden genç tasarımcılar, “geri dönüştürülmüş moda” kavramını alıp çok daha ileri boyutlara taşıyor. Rapoport bu durumdan gurur duyuyor ve gençlere sürekli “Deneyin, hata yapmaktan korkmayın; her şeyden yeni bir şey ortaya çıkabilir!” tavsiyesinde bulunuyor. Debra Rapoport’un hikâyesi, moda dünyasında “yaş” ve “sınır” kavramlarını yerle bir etmenin en tatlı örneklerinden biri. Onun renkli dünyası; kendimizi ifade etmenin, yaratıcılığın ve doğaya saygının mükemmel buluşması. Gardırobundaki cesur parçalar, onu görenlerin yüzünde bıraktığı gülümseme ve her fırsatta paylaştığı pozitif enerji, ona hayran olmamak için hiçbir bahane bırakmıyor. Siz de evinizin bir köşesinde unuttuğunuz kumaş parçalarını veya kullanılmayan aksesuarları şöyle bir karıştırıp Debra Rapoport’un “her şeyin içinde bir güzellik saklıdır” mottosunu hatırlayabilir ve kendi stil yolculuğunuza ufak da olsa bir yenilik katabilirsiniz. Çünkü kim bilir, belki de bir sonraki parlak fikir tam burnunuzun ucundadır.

  • Türkiye Tekstil Sektörü’nde Krizlerden Çıkış ve 2026’ya Doğru Tekstil Ekosistemini Yeniden Tasarlayan Stratejiler

    Yıllar boyunca Türkiye ekonomisinin lokomotiflerinden biri olan tekstil ve hazır giyim sektörü, son dönemde peş peşe gelen krizlerin ağırlığını hissetti. Sektör, ülke istihdamının yaklaşık %7’sini sağlayarak 2024 yılı itibariyle 32,1 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirdi ve dünya giyim ihracatında 6. sırada yer aldı Ancak COVID-19 pandemisi, 2023’te yaşanan büyük deprem, küresel ekonomik durgunluk, bölgesel savaşlar ve yüksek enflasyon gibi etkenler tekstil sanayisini sarstı. Bu zorlu dönemde ihracatta 4,2 milyar dolarlık kayıp yaşanırken 262 bin kişi işini kaybetti​   Türkiye İhracatçılar Meclisi  (TİM) verilerine göre 2024 yılı, dünya genelindeki ekonomik daralma, Rusya-Ukrayna savaşı, içeride yüksek enflasyon ve kurun enflasyona göre düşük kalması, artan enerji/işçilik maliyetleri ve iç pazardaki talep daralması nedeniyle sektörde “zor bir yıl” oldu​   Ana ihracat pazarı Avrupa’daki durgunluğun beklenenden uzun sürmesi sebebiyle, sektör temsilcileri gerçek toparlanma beklentilerini 2026 yılının başına ertelemek zorunda kaldıklarını belirtiyor​ Bu karamsar tabloya rağmen, Türk tekstil sektörü dirençli bir yapıya sahip. Nitekim Mart 2025’te İstanbul’da düzenlenen Texhibition  fuarındaki canlılık, sektörün zorluklara rağmen toparlanma azmini gözler önüne serdi; sektör, adeta betonun içinden filizlenen bir çiçek misali en zor zamanların ardından yeniden büyümeyi hedefliyor​ Peki, 2026’ya kadar uzanan bu toparlanma sürecinde sektör hangi stratejilere odaklanıyor?  İhracatta Yeniden Yükseliş ve Pazar Çeşitlendirmesi Tekstil ve hazır giyim, Türkiye’nin dış ticaret dengesine net katkı veren stratejik sektörlerinden. 2024 itibarıyla tekstil ve konfeksiyon ihracatı 32 milyar doları aşarak ülkeye döviz kazandırmaya devam etti. Bununla birlikte, geleneksel pazarlar olan Avrupa ülkelerinde talep durgunlaşmış durumda. Öyle ki büyük bir Türk örme kumaş ihracatçısı, “Avrupa doldu” diyerek kıta genelinde siparişlerde düşüş gözlemlediklerini ve Zara, H&M gibi dev müşterilere rağmen büyümenin sınırlı kaldığını vurguluyor​.   Bu durgunluk karşısında firmalar rotalarını Güney Afrika, Latin Amerika ve Uzak Doğu gibi yeni ufuklara çeviriyor; Brezilya’dan Fas’a uzanan geniş bir coğrafyada yeni müşteriler arayışına girdiler​. Daralan Avrupa pazarına ek olarak, Uzakdoğulu üreticilerin kıran kırana rekabeti de Türk ihracatçılar için ciddi bir meydan okuma haline geldi. Özellikle Çin menşeli ürünlerin düşük fiyatları karşısında rekabet etmek zorlaşırken, Çinli üreticiler zaman zaman Türk firmaların maliyetlerinin bile altında fiyatlar sunabiliyor​   Bu koşullar, yerli üreticileri daha inovatif ve proaktif olmaya itiyor. Nitekim bir etiket üreticisi firma, Çin Yeni Yılı tatilinde Çinli rakipler üretime ara verince o boşluğu fırsata çevirip aktif pazarlama yaparak yeni müşteriler kazandıklarını anlatıyor​   Bu tür girişimcilik örnekleri, Türk tekstilcilerinin değişen şartlara hızla uyum sağlama becerisini ortaya koyuyor. Öte yandan sektör oyuncuları, geleneksel pazarlarındaki payını korurken ihracatta sürdürülebilir bir büyüme yakalamak için pazar çeşitlendirmesini uzun vadeli bir strateji olarak benimsiyor. İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği  (İHKİB) Başkanı Mustafa Gültepe, mevcut yıllık hazır giyim ihracatının ~20 milyar dolar seviyesinde olduğunu ve bunu uzun vadede 40 milyar dolara çıkarmayı hedeflediklerini ifade ediyor. Bu hedefe ulaşmanın yolunun Avrupa ve ABD pazarlarından geçtiğini vurgulayan Gültepe, Türkiye’nin toplam hazır giyim ihracatının %60’ını AB’ye yaptığını, ABD ve diğer Avrupa ülkeleri de eklendiğinde oranın %75’e yaklaştığını belirtiyor​. Dolayısıyla sektör, alternatif pazar arayışlarını sürdürürken dahi ana pazarı konumundaki Batı pazarlarında derinleşmeye ve katma değerli satışları artırmaya odaklanıyor. Coğrafi yakınlık, hızlı teslimat kabiliyeti, kalite ve tasarım gücü gibi avantajlar sayesinde Türk üreticiler Avrupa ve Amerika’daki marka iş birliklerinde kendini ayrıştırabiliyor. 2023 yılında duyurulan Yeşil Mutabakat Eylem Planı   da bu iş birliklerinin geleceğinde kilit rol oynayacak görünüyor. Sürdürülebilirlik Bu Sürecin Neresinde? Küresel moda endüstrisinde sürdürülebilirlik artık bir tercih değil, zorunluluk. Tüketicilerin çevre dostu ve etik üretim talepleri yükselirken, Avrupa Birliği’nin Sürdürülebilir ve Döngüsel Tekstil  stratejisi  gibi düzenlemeler sektörün geleceğine yön veriyor​ Türk tekstil sektörü de bu dönüşümü kucaklayarak rekabet gücünü korumaya çalışıyor. Sektörde son yıllarda yeşil dönüşüm  gündemin merkezine oturmuş durumda. Örneğin, İHKİB öncülüğünde hazırlanan Yeşil Mutabakat Uyum yol haritasında belirlenen 40 aksiyon un 13’ü bir yıl içinde hayata geçirilmeye b aşlandı​   Bu eylem planı, üretimden lojistiğe tüm değer zincirinde karbon ayak izini azaltmayı ve döngüsel ekonomiye geçişi hedefliyor. Mustafa Gültepe, Türkiye’nin iplikten nihai ürüne tüm tedarik zinciri halkalarını kesintisiz tamamlayabilen nadir ülkelerden biri olduğunu vurgulayarak, mevcut avantajlarımıza sürdürülebilirliği eklememiz gerektiğini  belirtiyor​   Ona göre Türk moda endüstrisi, “mevcut avantajlarımıza sürdürülebilirliği ekleyerek Yeşil Dönüşüm sürecini bir fırsata çevirebilir” – tedarik zincirinin bir halkası olmaktan öte, “sürdürülebilir bir iş ortaklığı zincirinin vazgeçilmez parçası”  olmak hedeflemeli.​ Bu yaklaşım, markalarla iş ilişkilerinde de yeni bir paradigmayı işaret ediyor: Sektör temsilcileri küresel markaların da artık yalnızca fiyata odaklanmak yerine , kalite ve maliyet kadar çevresel ve sosyal uyumu da gözeterek tedarikçi seçmesi gerektiğini vurguluyor​ Sürdürülebilirlik yatırımlarının meyveleri hem ekonomik hem çevresel açıdan toplanabiliyor. MÜSİAD’ın hazırladığı “Tekstil Sektörünün Geleceği” raporunda, çevre dostu çözümlere yönelik müşteri talebinin tüm üretim aşamalarında yüksek standartları zorunlu kıldığı ve bu alana yatırım yapan firmaların ülkemizin liderlik hedeflerinde kritik rol oynadığı  ifade ediliyor​ Gerçekten de son yıllarda pek çok öncü firma üretim süreçlerini yeniden ele alarak enerji verimliliği, su tasarrufu ve kimyasal azaltımı gibi konularda önemli adımlar attı. Birçok tekstil fabrikası çatılarına güneş panelleri yerleştiriyor, atık su arıtma tesisleri kuruyor, organik pamuk ve geri dönüştürülmüş polyester gibi sürdürülebilir hammaddelere yöneliyor. Sektör dernekleri de üyelerini bu dönüşüme hazırlamak için programlar geliştirmekte. Örneğin, Türk Ekonomi Bankası  iş birliğiyle hayata geçen “Tekstil Sektöründe Sürdürülebilirlik Programı”, firmalara karbon emisyonlarını hesaplama, şeffaf şekilde raporlama ve azaltım hedefleri belirleme konularında rehberlik etmeyi amaçlıyor​   Bu program sayesinde şirketler Avrupa’daki yeni yasal düzenlemeler ve riskler hakkında bilgi sahibi olup iklim krizine karşı kendi eylem planlarını oluşturabiliyor. Sürdürülebilir inovasyon tarafında da yaratıcı gelişmeler dikkat çekiyor . 2025 Texhibition fuarındaki İnovasyon Laboratuvarı  bunun somut bir örneğiydi: Orada sergilenen, 3000°C’ye kadar dayanabilen ve yedi saat boyunca yangına karşı koruma sağlayan biyobozunur karbon fiber kumaş veya nar kabuklarından üretilmiş, deri görünümlü bir elbise gibi ürünler büyük ilgi gördü​ Bu tür yenilikler, Türk tekstilinin katma değerli ürünlerle anılma hedefine hizmet ediyor. Aynı şekilde bazı yerli üreticiler, etiket ve ambalajlarında QR kod tabanlı uygulamalarla tüketicilere ürünün hikâyesini ve kullanım önerilerini aktarmaya başladı – örneğin bir gömleğin etiketini tarayan müşteri Londra şehir rehberi bile edinebiliyor​   Tüm bu çabalar, sürdürülebilirliği sadece üretimde değil, tasarımdan müşteri deneyimine kadar entegre ederek markaların hem gezegene hem de kârlılığa katkı sunmasını amaçlıyor. Teknoloji ve İnovasyon Yatırımları ile Değer Yaratma Tekstil sektörü, düşük maliyetli üretim yarışında Uzakdoğu ülkeleriyle rekabet ederken yenilikçilik ve teknolojiyi en büyük kozu olarak görüyor. Katma değerli üretime geçiş, sanayiinin ortak mottosu haline gelmiş durumda. Özellikle dijitalleşme  ve Endüstri 4.0  uygulamaları, verimlilik artışı ve maliyet düşürme noktasında kritik rol oynuyor. Son birkaç yılda birçok firma akıllı üretim sistemlerine yatırım yaparak otomasyonu artırdı; yapay zekâ destekli kalite kontrol, robotik kesim ve dikim makineleri, Nesnelerin İnterneti (IoT) ile gerçek zamanlı izleme gibi teknolojiler yaygınlaşıyor. MÜSİAD raporunda vurgulandığı üzere, üretimin sürdürülebilirliğini sağlamak ve dijital dönüşüm odaklı yeni teknoloji yatırımlarını öne çıkarmak, sektör vizyonunun temel taşları arasında​. Özellikle akıllı tekstiller ve teknik/fonksiyonel tekstil ürünleri, Türkiye’de geleneksel üretimden ileri teknoloji üretimine geçişin sembolü olarak görülüyor. Teknik tekstillere – örneğin medikal tekstiller, teknik koruyucu giysiler, otomotiv tekstilleri gibi alanlara – yönelim artarken, Bursa gibi bazı üretim merkezleri tamamen teknik ve fonksiyonel tekstil üretimine odaklanmayı hedefliyor. Bu alanlar, daha yüksek katma değer ve daha az fiyat baskısı anlamına geliyor. İnovasyon sadece üretim süreçlerinde değil, aynı zamanda son ürün ve iş modellerinde de göze çarpıyor. Pandemi döneminde hız kazanan çevrimiçi alışveriş trendi, moda perakendesinde kişiselleştirme  (personalization) olgusunu öne çıkardı. Artık tüketiciler, kendi zevklerine ve bedenlerine uygun özelleştirilmiş ürünleri talep ediyor. Türk hazır giyim markaları, dijital satış kanallarına yatırım yaparak ve yapay zekâ destekli tasarım araçları kullanarak kişiye özel ürün sunma kabiliyetlerini geliştiriyorlar. Bu sayede hem stok maliyetlerini düşürüp hızlı reaksiyon verebiliyorlar, hem de müşteriye özel deneyim sağlayarak sadakati artırıyorlar. Sektör temsilcileri, değişime ayak uyduran ve tüketici odaklı yenilikleri benimseyen firmaların krizlerden daha az etkilendiğine dikkat çekiyor. Bursa’daki ihracatçı firmaların yöneticileri 2025’e girerken yaptıkları değerlendirmede, “Sektör hızlı toparlanma yeteneğine sahip. Sürdürülebilirlik, dijitalleşme ve kişiselleştirme daha da güçlenecek. Değişime ayak uyduran, fiyatı rekabetçi, hızlı üretip teslim edebilen firmalar daha az etkilenecek” diyerek bu dönüşümün altını çiziyor​ Gerçekten de dijital altyapısını güçlendiren, tasarım kabiliyetlerini artıran ve modadaki yenilikleri yakından takip eden üreticiler, küresel markaların tercih listesinde üst sıralara çıkıyor. İnovasyon kültürünü benimseyen Türk tekstil sektörü, “hızlı moda”nın ötesine geçip “akıllı moda”ya doğru evriliyor. İş Gücü ve Yetenek Dönüşümü Tekstil sektörü emek yoğun yapısıyla milyonlarca kişiye istihdam sağlayageldi. Türkiye, özellikle eğitimli teknik eleman ve zanaatkâr yetiştirme konusunda köklü bir geleneğe sahip. Meslek liseleri, üniversitelerin tekstil mühendisliği bölümleri ve ustalık-çıraklık ilişkisi sayesinde yıllar içinde nitelikli bir iş gücü havuzu oluşmuştu. Ancak son krizler iş gücü cephesinde de dönüşüme neden oldu. COVID-19 sonrası ve deprem felaketinin ardından pek çok çalışan hayat önceliklerini gözden geçirdi, çalışma biçimlerinde değişiklikler yaşandı. İstanbul Ticaret Odası yetkilileri, pandeminin ve depremlerin sadece fiziki altyapıyı değil insanların işe ve hayata bakışını da etkilediğini , bir kısım deneyimli personelin çalışma saatlerini azalttığını belirtiyor​ Özellikle 2023 depreminden ağır etkilenen Kahramanmaraş gibi şehirlerde, bazı çalışanlar sanayiden tamamen uzaklaştı ya da göç etmek zorunda kaldı​   Bu durum, sektörde yetişmiş eleman açığını gündeme getirirken, diğer yandan genç kuşaklar için yeni fırsatlar anlamına geliyor. Sektör liderleri, yeni nesil yetenek akışının tekstili yeniden güçlendireceğine inanıyor​   Zira günümüzün tekstil üretimi, geçmişe kıyasla daha yüksek teknik bilgi ve dijital beceri gerektiriyor; bu da genç ve teknolojiye yatkın insan kaynağı için bir avantaj. Kalkınma politikaları da tekstilde iş gücü dönüşümüne odaklanmış durumda. Hükümet ve sektör dernekleri, bir yandan istihdam kayıplarını telafi etmek için çeşitli teşvik programları devreye alırken, diğer yandan nitelikli eleman yetiştirmeyi önceliklendiriyor. 2024 yılında açıklanan Orta Vadeli Program, 2026’ya kadar ekonomide yıllık %4-5 büyüme ve ihracatta artış öngörürken, bu hedeflere ulaşmak için beşeri sermayenin güçlendirilmesinin şart olduğunu vurguluyor. Nitekim sektör temsilcileri de toparlanma planlarının başarıya ulaşmasının devlet desteğine bağlı olduğunu ifade ediyor. İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği ile İstanbul Ticaret Odası başkanları, 2026’ya kadar sektörün tam anlamıyla toparlanabilmesi için finansman ve eğitim alanlarında önemli adımlar atıldığını belirtiyor: “Finansman konusunda, sektörün 2026’ya kadar tam toparlanmasını sağlamak için çok şey yapılıyor” diye vurguluyorlar​ Ticaret Bakanı Ömer Bolat ise tekstil ve hazır giyim sektörünün milli ekonomideki yerine dikkat çekerek, bu alandaki eğitim programlarına yatırımlar yapıldığını açıkladı. Her yıl tekstil ile ilgili bölümlerden 400 öğrencinin mezun olması için kontenjan ve burs desteği sağlanıyor; öğrenciler eğitimleri boyunca aylık desteklenip mezuniyet sonrasında nitelikli iş imkanlarına yönlendiriliyor​   Ayrıca tekstil mühendisliği programlarına girişte başarı sıralaması barajlarının yükseltilmesi gibi adımlarla, sektöre daha yetkin ve istekli gençlerin kazandırılması amaçlanıyor​   Tüm bu çabalar, tekstil sanayiinde bilgi birikiminin sonraki kuşaklara aktarılması ve yeni dönemin ihtiyaçlarına uygun bir iş gücü yapısının oluşturulması hedefini taşıyor. Önümüzdeki Yıllarda Bizleri Neler ekliyor? Türkiye tekstil sektörü, krizlerle sarsılmış olsa da 2026 ufkuna umutla bakıyor. Sürdürülebilirlik odaklı dönüşüm, inovasyon yatırımları, ihracat pazarlarının çeşitlendirilmesi ve iş gücünün yeniden yapılandırılması gibi adımlar, sektörün kendini yeniden dokumasını sağlıyor. Kamu otoriteleri ve sektör temsilcileri, bu dönüşüm sürecini destekleyen politikaları ve projeleri birlikte hayata geçirerek güçlü bir sinerji oluşturma çabasında. Nitekim hükümetin 2024-2026 Orta Vadeli Programı’nda 2026 için konulan 302 milyar dolarlık ülke ihracat hedefi​, tekstil gibi lokomotif sektörlerin katkısıyla gerçekleşebilecek iddialı bir vizyon çiziyor. Bu vizyon, Türk tekstilinin küresel arenada daha sürdürülebilir, yenilikçi ve rekabetçi bir konuma yükselmesini öngörüyor. Elbete önümüzde güllük gülistanlık bir yol yok; 2025 yılının da kolay geçmeyeceği yönünde güçlü sinyaller var ve firmalar finansman, maliyet baskısı, talep dalgalanmaları gibi konularda temkinli davranmaya devam ediyor. Ancak geçmişte defalarca kanıtlandığı üzere, Türk tekstil sektörü krizlerden güçlenerek çıkma becerisine sahip. “Zorlukları hep beraber aşacağımıza inanıyorum” diyen sektör temsilcilerinin ortak mesajı, iş birliği ve değişime uyum sağlama kararlılığında olması. Perakende dünyasının iletişimcileri ve marka yöneticileri de bu dönüşüm hikayesinin bir parçası olarak, sürdürülebilir moda taleplerini ve yenilikçi üretim trendlerini destekleyerek sektöre katkı sunabilir. 2026’ya doğru ilerlerken, Türkiye’nin tekstil sektörü krizlerin küllerinden yeniden doğan bir anka kuşu misali, daha yeşil, daha teknolojik ve daha dirençli bir yapıyla dünya vitrininde boy göstermeye hazırlanıyor. Kaynaklar:  Sektör derneklerinin raporları, ekonomi yayınları ve kamu kurumlarının açıklamaları derlenerek hazırlanmıştır. Özellikle TİM, İHKİB ve ilgili ihracatçı birliklerinin verileri, Ekonomi Gazetesi  ve EkoHaber  gibi yayınlardaki sektör analizleri ile Ticaret Bakanlığı  ve MÜSİAD  tarafından sunulan raporlardan yararlanılmıştır. Bahsi geçen tüm veriler ve açıklamalar, ilgili kaynaklara dipnotlarla atıf yapılarak doğrulanmıştır. Sürdürülebilir ve yenilikçi bir geleceğe doğru ilerleyen tekstil sektörümüzün bu toparlanma öyküsü, hepimiz için öğretici bir dönüşüm deneyimi sunmaktadır.​   Kaynak Listesi: https://www.ekonomigazetesi.com/sektor-haberleri/ehkib-baskani-burak-sertbas-hedeflerimiz-2026-yilina-kaldi-59087/#:~:text=2024%E2%80%99%C3%BCn%20d%C3%BCnyada%20ya%C5%9Fanan%20ekonomik%20daralma%2C,ertelemek%20durumunda%20kald%C4%B1klar%C4%B1n%C4%B1%20dile%20getirdi https://www.textileworld.com/textile-world/knitting-apparel/2024/01/transformation-journey-of-the-turkish-apparel-industry/#:~:text=%E2%80%9CAs%20IHKIB%2C%20we%20aim%20to,apparel%20exports%20to%20EU%20countries https://fashionunited.com/news/business/from-crisis-to-recovery-how-turkeys-textile-industry-hopes-to-recover-by-2026/2025031164928 https://www.winssolutions.org/tr/simdi-ve-2025-te-izlenecek-20-surdurulebilirlik-trendi/#:~:text=%C5%9Eimdi%20ve%202025%27te%20%C4%B0zlenecek%2020,s%C3%BCrd%C3%BCr%C3%BClebilir%20kaynaklara%20kadar%20izleme https://www.textileworld.com/textile-world/knitting-apparel/2024/01/transformation-journey-of-the-turkish-apparel-industry/#:~:text=Stating%20that%20they%20have%20moved,concluded%20his%20words%20as%20follows https://www.musiad.org.tr/uploads/press-472/teskti%CC%87l%20(1).pdf#:~:text=kar%C5%9F%C4%B1%20kar%C5%9F%C4%B1ya%20kald%C4%B1%C4%9F%C4%B1n%C4%B1%20g%C3%B6stermi%C5%9Ftir,Avrupa%20pazar%C4%B1na https://www.ihkib.org.tr/bilgi-bankasi/ihkib-duyurular/plan-a-teb-tekstil-sektorunde-surdurulebilirlik-programi-hk#:~:text=T%C3%BCrk%20Ekonomi%20Bankas%C4%B1ndan%20,belirlenmesi%20konular%C4%B1nda%20fark%C4%B1ndal%C4%B1k%20yaratmay%C4%B1%20ama%C3%A7lad%C4%B1%C4%9F%C4%B1 https://www.ekohaber.com.tr/tekstil-sektoru-2025ten-hareket-bekliyor#:~:text=Bursal%C4%B1%20tekstil%20ve%20haz%C4%B1r%20giyim,firmalar%20daha%20az%20etkilenecek%E2%80%9D%20dediler https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/tim-baskani-mustafa-gultepe-turkiyeyi-ihracatta-ilk-10-ulke-arasina-cikarma-vizyonuyla-calisiyoruz/3003123#:~:text=,yakalayabilece%C4%9Fimizi%2C%20hatta%20ge%C3%A7ece%C4%9Fimizi%20d https://tekstilhaber.com/tekstilde-toparlanma-umudu-2026ya-kaldi/#:~:text=D%C3%BCnya%E2%80%99da%20ya%C5%9Fanan%20ekonomik%20daralma%2C%20b%C3%B6lgesel,ba%C5%9F%C4%B1na%20ertelemek%20durumunda%20kald%C4%B1klar%C4%B1n%C4%B1%20payla%C5%9Ft%C4%B1

  • GOTS Sertifikası Nedir?

    Modada Şıklığın ve Sürdürülebilirliğin Buluştuğu Nokta! Moda sadece iyi görünmekle mi ilgili? Yoksa iyi hissetmek ve doğru seçimler yapmak da şıklığın bir parçası mı? Günümüzde sürdürülebilir ve etik üretim giderek daha fazla önem kazanıyor. İşte tam da bu noktada, GOTS (Global Organic Textile Standard – Küresel Organik Tekstil Standardı) sertifikası devreye giriyor! Peki, bu sertifika neden bu kadar önemli? GOTS, yalnızca organik kumaşlardan yapılan ürünleri değil, aynı zamanda üretim sürecinin tamamını etik ve çevreci bir çerçevede değerlendiren en prestijli sertifikalardan biri. GOTS Nedir? Neden Önemlidir? GOTS, tekstil tedarik zincirinin tüm aşamalarında sosyal, kimyasal ve çevresel gereksinimleri belirleyen uluslararası bir sertifikadır.  Kısacası, bu sertifikaya sahip bir kıyafet satın aldığınızda, sadece tarzınızı değil, dünyayı da önemsediğinizi gösteriyorsunuz! 🌿 GOTS Sertifikalı Ürünler: ✔  Organik ve çevre dostu kumaşlardan üretilir. ✔  Kimyasal maddelerden arındırılmış doğal boyalar kullanır. ✔  Adil çalışma koşullarına uygun şekilde üretilir. ✔  Doğal kaynaklara zarar vermeyen üretim süreçlerinden geçer. GOTS etiketi taşıyan bir kıyafet, şıklığı ve bilinçli tüketimi bir araya getiren bir yaşam tarzı sunar. GOTS Sertifikası Modaya Nasıl Yön Veriyor? Artık moda sadece trendlerden ibaret değil. Günümüzde tüketiciler, giydikleri kıyafetlerin nerede, nasıl ve hangi şartlar altında üretildiğini daha fazla sorguluyor. Fast fashion’ın getirdiği etik ve çevresel sorunların farkında olan yeni nesil tüketiciler, şık görünmek kadar, bilinçli alışveriş yapmanın da önemli olduğunu biliyor. 💚 Çevre Dostu Üretim: GOTS sertifikalı ürünler, doğaya zarar veren toksik kimyasalları, sentetik boyaları ve petrol bazlı malzemeleri içermez.  Üretim süreçlerinde su tüketimi minimize edilir  ve karbon ayak izi düşürülerek doğaya verilen zarar azaltılır. 👩‍🏭  İnsan Haklarına Saygılı:  GOTS sertifikalı tekstil ürünleri, çocuk işçi çalıştırılmasını yasaklar, adil ücret politikalarını benimser ve güvenli çalışma koşulları sağlar.  Böylece, hem modayı desteklerken hem de etik üretimi teşvik etmiş oluyorsunuz. ♻  Kaliteli ve Uzun Ömürlü Ürünler: Sürdürülebilir moda sadece çevre dostu olmakla kalmaz, aynı zamanda dayanıklılığı da artırır. GOTS sertifikalı ürünler, daha kaliteli ipliklerden ve doğal elyaflardan üretildiği için uzun süreli kullanım sağlar. ✨  Doğru Seçimler, Daha Şık Görünmenizi Sağlar:  Bilinçli bir tüketici olarak sürdürülebilir seçimler yaparken tarzınızdan da ödün vermenize gerek yok!  Aksine, GOTS sertifikalı giysiler genellikle zamansız, minimalist ve yüksek kaliteli tasarımlara sahiptir. GOTS Sertifikalı Bir Gardırop Nasıl Oluşturulur? Daha sürdürülebilir bir moda anlayışına adım atmak istiyorsanız, işte birkaç ipucu: 👗 Doğal ve Organik Kumaşları Tercih Edin:  Pamuk, keten ve bambu gibi doğal liflerden üretilmiş, GOTS sertifikalı kumaşlara yönelin. 🛍 Etik ve Sürdürülebilir Moda Markalarını Destekleyin:  Fast fashion yerine adil ticaret prensipleriyle çalışan, çevre dostu moda markalarından alışveriş yapın. 🔄 Az ve Öz Prensibini Benimseyin:  Daha az ama kaliteli ve uzun ömürlü kıyafetler alarak tüketimi azaltabilir, modanın çevresel etkisini en aza indirebilirsiniz. 🌿 İkinci El ve Vintage Ürünlere Şans Verin:  Kullanılmış kıyafetler, modanın döngüsünü uzatarak doğaya katkıda bulunmanızı sağlar. GOTS: Şık ve Bilinçli Bir Tarz İçin Vazgeçilmez! Moda, sadece giysilerle değil, yaptığımız seçimlerle de ilgilidir.  GOTS sertifikalı kıyafetler giymek, sadece iyi görünmek değil, dünyaya da iyi bakmak anlamına gelir. Daha etik, daha sürdürülebilir ve daha bilinçli bir moda anlayışını benimsemeye hazır mısınız? Unutmayın, moda sadece trendleri takip etmek değil, aynı zamanda fark yaratmaktır.  💚♻✨ Siz de GOTS sertifikalı ürünleri tercih ediyor musunuz? Yorumlarda bizimle paylaşın!

  • Organik Pamuk ve Geleneksel Pamuk Arasında Çevresel, Ekonomik ve Sağlık Açısından Temel Farklar Nelerdir?

    Sürdürülebilir moda bilinci arttıkça, tüketiciler kıyafetlerinin hammaddelerinin etkisini daha çok sorgulamaya başladı. Pamuk, dünyada en çok kullanılan doğal elyaflardan biri olsa da, her pamuk aynı şekilde üretilmiyor. “Organik” pamuk, sentetik pestisitler, kimyasal gübreler veya genetiği değiştirilmiş tohumlar kullanılmadan yetiştirilirken​, geleneksel pamuk tarımı genellikle bu kimyasal girdilere dayanıyor. Tarımdaki bu temel fark, pamuğun çevresel ayak izinde, ekonomik sonuçlarında ve sağlık etkilerinde belirgin farklılıklara yol açıyor. Çevresel Etki: Su Tüketiminden Karbon Ayak İzine Geleneksel pamuk (konvansiyonel pamuk) üretimi, kaynak yoğun ve kirletici bir tarım şekli olarak bilinir. Büyük miktarda su kullanımına ve tarımsal kimyasallara ihtiyaç duyar; bu da ekosistemlere zarar verebilir. Örneğin, geleneksel pamuk tarımında yoğun olarak kullanılan sentetik gübreler ve pestisitler, toprak kalitesini bozup suları kirleterek biyolojik çeşitliliğe zarar verir​. Pamuk tarlalarından sızan tarım kimyasalları nehirleri ve yeraltı sularını kirletebilir; aşırı sulama ise Aral Gölü gibi su kaynaklarının kurumasına yol açmıştır​. Buna karşılık, organik pamuk tarımı sürdürülebilirlik ve toprak sağlığı üzerine odaklanır. Kimyasal girdi kullanmak yerine, organik çiftçiler rotasyonlu ekim, yeşil gübreleme ve biyolojik zararlı kontrolü gibi doğal yöntemler uygular; bu da toprağın verimini arttırır ve su tutma kapasitesini iyileştirir​ Sürdürülebilir tekstiller konusunda çalışan Textile Exchange adlı kuruluşun kapsamlı bir yaşam döngüsü analizi (LCA) çalışması, organik pamuk yetiştiriciliğinin geleneksel yöntemlere kıyasla çevresel etkileri önemli ölçüde azalttığını göstermiştir. Bu araştırmaya göre organik pamuk yetiştiriciliği, aynı miktarda lif üretimi başına sera gazı salımını %46, asitlenme (asit yağmuru potansiyeli) etkisini %70, toprak erozyonu riskini %26 ve enerji talebini %62 oranında azaltmıştır​   En çarpıcı farklardan biri su kullanımıdır: Organik pamuk tarımı, yüzey ve yeraltı sularından sağlanan mavi su  tüketimini %91 gibi devasa bir oranda düşürdü​   Bunun nedeni, organik çiftliklerin çoğunlukla yağmur suyuna ( yeşil suya ) dayanması ve kimyasal kullanımının az olması sayesinde toprağın suyu daha iyi tutabilmesidir​   Ağır sulama yapmayıp kimyasallardan kaçınarak, organik yöntemler yerel su kaynaklarını korur ve kirliliği önler. Geleneksel pamuğun yoğun tarım uygulamalarının iklim değişimine de etkisi vardır. Konvansiyonel tarımda yaygın kullanılan sentetik azotlu gübreler, güçlü bir sera gazı olan azot protoksit (N₂O) salınmasına yol açar ve bu gübrelerin üretimi yüksek enerji gerektirir​ Benzer şekilde, pestisitlerin imalatı ve kullanımı enerji tüketimine ve karbon salımına katkıda bulunur. Organik pamuk tarımı, sentetik gübre ve pestisitleri ortadan kaldırarak bu gizli karbon maliyetlerini düşürür. Dünyanın farklı bölgelerinde (Hindistan’dan Afrika’ya kadar) yapılan çeşitli çalışmalar, organik pamuk tarımının konvansiyonel tarıma kıyasla hektar başına daha düşük karbon ayak izine ve su tüketimine sahip olduğunu tekrar tekrar ortaya koymuştur​   Özetle, organik pamuk çevresel açıdan daha küçük bir ayak izi bırakır – suyu korur, kirliliği azaltır, daha az sera gazı salar – ve gezegen için daha iyi bir seçenek olduğunu net biçimde ortaya koyar. Sağlık Etkileri: Çiftçilerden Tüketicilere Pamuk yetiştirme biçimi, hem pamuk üreticilerinin hem de pamuklu ürünleri giyen insanların sağlığını doğrudan etkiler. Geleneksel pamuk üretimi, çok sayıda pestisit ve böcek ilacının kullanımına dayanır – öyle ki, dünya genelinde kullanılan tarım kimyasallarının önemli bir bölümü pamuk için harcanır. Bu kimyasallar son derece zehirli olabilir ve uygun önlemler alınmadığında ciddi sağlık sorunlarına yol açar. Pamuk çiftçilerinin pestisit maruziyetine bağlı yaşadığı sağlık sorunları, akut zehirlenme belirtilerinden kronik hastalıklara kadar, bilimsel çalışmalarda belgelenmiştir. Burkina Faso’da yapılan kesitsel bir araştırma, geleneksel pamuk çiftçilerinin %99,7’sinin  pestisit kullanımı sonrasında cilt tahrişi yaşadığını, organik pamuk çiftçilerinde ise bu oranın yalnızca %47  olduğunu ortaya koymuştur​ Benzer şekilde, şiddetli baş ağrısı gibi akut semptomlar geleneksel çiftçilerin %70’inde  görülürken, organik çiftçilerin yaklaşık %35’inde rapor edilmiştir​   Bu çarpıcı fark, sentetik tarım ilaçlarından kaçınmanın çiftçilerin sağlığı üzerinde ne kadar büyük bir etki yarattığını gösteriyor. Koruyucu ekipman ve sağlık hizmetlerinin kısıtlı olduğu bölgelerde, pamuk tarımında pestisit zehirlenmeleri her yıl on binlerce insanın hayatına mal olmaktadır​   Ayrıca, yüksek fiyatlı tarım kimyasallarını satın almak için borçlanan çiftçilerin yaşadığı ekonomik stres, bazı bölgelerde intihar vakalarını artıran bir faktör olarak rapor edilmiştir​   Organik pamuk tarımı, sentetik pestisitleri tamamen devre dışı bırakarak ve daha güvenli zararlı kontrol yöntemleri kullanarak tarım işçilerini bu tehlikelerden korur. Sonuçta, organik yöntemler çiftçiler, tarım işçileri ve onların aileleri için daha sağlıklı çalışma koşulları ve yaşam alanları anlamına gelir. Tüketiciler açısından bakıldığında da organik pamuk bazı sağlık yararları sunabilir. Her ne kadar nihai pamuk lifi (örneğin bir tişörtteki kumaş) üretim sürecinde yıkandığı ve işlendiği için aktif pestisit kalıntıları barındırmasa da, organik pamuk ürünleri genellikle ağartma, boyama ve bitirme aşamalarında da daha az zararlı kimyasal kullanılacak şekilde sertifikalandırılır. Bu da organik pamuklu kumaşların, ciltte alerji veya tahriş yapabilecek kimyasal kalıntılar içermeme olasılığını artırır. Dermatologlar ve sağlık kuruluşları, %100 organik pamuktan giysilerin, özellikle hassas ciltli ve egzamalı kişilerde alerji tetikleme ihtimalinin daha düşük olduğunu belirtmektedir​ Organik pamuklu kumaş doğal olarak yumuşak ve nefes alan bir yapıya sahiptir; klorla beyazlatma veya zararlı boyalar kullanılmadığından, özellikle bebek kıyafetleri ve iç giyim gibi tenle direkt temas eden ürünlerde cilt için daha güvenli bir seçenek sunar. Özetle, organik pamuk tarımı zehirli kimyasallardan kaçınarak tarım işçilerinin sağlığını korurken, organik pamuktan yapılan ürünler de tüketicilere daha az zararlı madde içeren, hassas cilt dostu tekstiller sunar. Maliyetler, Verimler ve Geçim Kaynakları Çevre ve sağlık dışında, organik ve geleneksel pamuk arasındaki ekonomik farklılıklar da çiftçilerden moda endüstrisine ve tüketicilere kadar geniş bir yelpazeyi etkiliyor. Çiftçilik açısından bakıldığında, geleneksel pamuk bir nevi “yüksek risk-yüksek getiri” modeli sunar. Yoğun girdi kullanımı ve genetiğiyle oynanmış tohumlar sayesinde birim alandan yüksek verim alınabilir – ancak  bu verim pahalı girdilerle sağlanır. Çiftçiler her ekim sezonunda patentli tohumları, sentetik gübreleri ve pestisitleri satın almak zorunda kalır, bu da ciddi bir masraf demektir. Ürün fiyatları düşük seyrederse veya rekolte beklenmedik şekilde düşerse (örneğin kuraklık ya da zararlıların direnç kazanması nedeniyle), çiftçiler borç batağına girebilir. Ne yazık ki bu durum nadir değildir: Gelişmekte olan bazı ülkelerde pamuk çiftçileri, yüksek girdi maliyetleri yüzünden borç sarmalına girip ağır sosyal bedeller ödemektedir​ Organik pamuk tarımında ise, başlangıçta yapılan harcamalar genellikle daha düşüktür; çünkü çiftçiler kendi tohumlarını kullanabilir, kimyasal gübre yerine çiftlik gübresi veya kompost kullanır ve entegre zararlı yönetimi gibi yöntemlerle pahalı kimyasallardan tasarruf eder. Öte yandan, organik yöntemler daha fazla emek gerektirebilir (örneğin, ot mücadelesi için) ve özellikle dönüşümün ilk yıllarında verim biraz düşebilir. Araştırmalar, genel olarak organik pamuk veriminin konvansiyonel yönteme kıyasla bir miktar düşük olduğunu göstermektedir – bir analiz, organik tarımda pamuk veriminin ortalama %14 daha düşük  olduğunu belirtmiştir​ Ancak verimdeki bu düşüş, organik tarımı ekonomik açıdan dezavantajlı hale getirmek zorunda değil. Aynı çalışmada, organik sistemlerin daha düşük girdi maliyetleri ve organik pamuğa verilen daha yüksek fiyat sayesinde daha yüksek ekonomik getiri  sağladığı tespit edilmiştir​   Pratikte, piyasa oyuncuları (iplikçiler, markalar ve tüketiciler) sürdürülebilir lifler için daha fazla ödemeye razı olabilmektedir ve bu da çiftçilerin gelirini artırır. Örneğin, bazı raporlara göre pamuk üretimini organik yönteme çeviren bir çiftçinin geliri, girdi maliyetlerinin yaklaşık %40 azalması ve organik pamuğa alıcılarca yaklaşık %20 prim ödenmesi sayesinde, toplamda %50 civarında artış gösterebilir​   Organik pamuğa ödenen bu fiyat primi, sürdürülebilir tarıma olan talebin bir yansımasıdır ve düşük verimi telafi ederek çiftçinin emeğini karşılamasına yardımcı olur. Ayrıca, organik tarımın gereği olan ürün çeşitlendirmesi (örneğin, pamuk ekilmeyen yıllarda gıda mahsulleri yetiştirmek) çiftçilere ek gelir kaynakları yaratabilir ve piyasa dalgalanmalarına veya zararlı istilalarına karşı direnç kazandırarak kırsal geçim kaynaklarını uzun vadede güçlendirebilir. Tüketiciler ve markalar cephesinde ise, ekonomik fark daha çok maliyet ve değer dengesi olarak karşımıza çıkar. Organik pamuktan üretilen giysiler genellikle biraz daha pahalıya mal edilir ve satılır. Sertifikasyon süreçleri ve sürdürülebilir tarım uygulamaları ek masraf getirdiği, ayrıca verim nispeten düşük olduğu için organik pamuk lifi fiyatı yüksektir. Tahminlere göre organik pamuklu ürünlerin fiyatı, muadil konvansiyonel ürüne kıyasla genellikle %20-30 daha yüksek olabilmektedir​ Ancak, bilinçli birçok tüketici, sunduğu çevresel ve sağlık avantajları düşünüldüğünde bu fiyat farkını ödemeye değer buluyor. Bazı markalar, organik pamuğu özellikle bebek kıyafetleri veya üst segment giyim gibi müşterinin “sağlık ve kalite” için daha fazla ödemeye istekli olduğu ürün gruplarında kullanarak bu maliyeti yönetmeye çalışıyor​   Zamanla, organik pamuğa talep arttıkça ve tarım teknikleri geliştikçe, ölçek ekonomileri sayesinde fiyat farkının azalması da olasıdır. İşin bir de “gerçek maliyet” boyutu var: Organik pamuğu tercih etmek, çevresel tahribat ve sağlık sorunları nedeniyle oluşan gizli maliyetlerin azaltılmasına katkı sağlar. Örneğin, geleneksel pamuk nedeniyle kirlenen suyun arıtılması veya sağlık problemi yaşayan işçilerin tedavisi gibi dolaylı maliyetler toplumun omuzlarındadır; organik tarım bu yükleri azalttığı için toplumsal açıdan ekonomik bir kazanım getirir. Bu açıdan bakıldığında, organik pamuklu bir ürüne biraz daha fazla para vermek, daha sağlıklı bir gezegen ve daha adil bir tarım ekonomisi için doğrudan bir yatırım gibidir. Sürdürülebilir Bir Gelecek İçin Tercihimiz Pamuk Olsun Pamuk söz konusu olduğunda, organik ve geleneksel üretim arasındaki fark sadece bir etiket meselesi değildir. Çevresel açıdan organik pamuk, çok daha düşük bir ayak iziyle öne çıkar – su tasarrufu, daha az sera gazı salımı ve toksik kimyasallardan uzak durarak daha temiz ekosistemler sağlama konusunda belirgin bir üstünlüğü vardır​ Sağlık açısından, organik tarım modeli çiftçileri ve işçileri zehirlenme riskinden kurtarırken, tüketicilere de daha temiz ve hassas cilt dostu ürünler sunar​ ​ Ekonomik açıdan bakıldığında ise organik pamuk, çiftçilerin daha istikrarlı gelir elde etmesine katkıda bulunup, geleneksel pamuğun yol açtığı çevre tahribatı ve sağlık sorunlarının gizli maliyetlerini azaltarak toplum yararına hizmet eder​ Sürdürülebilir modayla ilgilenen okurlar için bu farklılıkları anlamak çok önemlidir. Satın aldığımız her pamuklu tişört veya çarşaf, bir tedarik zincirini desteklemektedir. Organik pamuk ürünlerini tercih ettiğimizde, tarımda sürdürülebilirliği ve insan sağlığını önceliklendiren uygulamalara destek vermiş oluyoruz. Bu tercih, daha fazla markayı ve çiftçiyi organik üretime yönelmeye teşvik edebilir ve endüstri genelinde olumlu bir değişim dalgası yaratabilir. Sürdürülebilir moda sadece daha az tüketmek veya geri dönüştürmekle ilgili değil; daha iyi malzemeler seçmekle de ilgilidir. Kanıtların da gösterdiği gibi, organik pamuk; çevresel, sağlık ve ekonomik boyutların tümünde daha iyi bir malzeme seçeneği olarak karşımıza çıkıyor. Özetle, organik pamuk vs. geleneksel pamuk  karşılaştırması, sürdürülebilirlik vs. yoğunluk  hikâyesidir. Organik pamuk, toprağa, yetiştiricilere ve giyen kişiye saygı duyan üretim prensipleriyle, sürdürülebilir moda anlayışıyla örtüşür. Sağladığı somut faydalar ve artan bulunabilirliği ile, gardırobumuzda daha bilinçli seçimler yapmak isteyenler için öne çıkan bir alternatiftir. Bu bilgilerle donanmış olarak, organik pamuğu destekleme konusunda daha bilinçli ve güvenli adımlar atabilirsiniz – modada yapacağınız bu küçük değişim, daha sürdürülebilir bir gelecek için büyük bir katkı anlamına gelir.

  • Texhibition 2025’de Sürdürülebilir Tekstil Alanında Neler Öne Çıktı?

    Dünya tekstil sektörü, 5-7 Mart 2025’te İstanbul’da düzenlenen Texhibition fuarında bir araya geldi​. 500’ün üzerinde katılımcı firmanın yer aldığı bu uluslararası etkinlikte sürdürülebilirlik ve inovasyon temaları ön plandaydı. İklim krizi, doğal afetler ve plansız kaynak kullanımı tüm dünyada moda endüstrisini daha çevre dostu arayışlara yönlendiriyor​. Nitekim Texhibition 2025’te de su tasarruflu boyama tekniklerinden enerji verimli üretime, geri dönüşüm süreçlerinden biyobozunur ve geri dönüştürülmüş malzemelere kadar pek çok yenilik sergilendi​. Ancak bu geniş ekolojik dönüşüm yelpazesinde, bazı çığır açıcı malzemeler fuarın asıl yıldızları oldu. Yüksek Isıya Dayanıklı ve Doğa Dostu Biyobozunur Karbon Fiber Kumaş Texhibition 2025’in İnovasyon Lab alanında sergilenen en dikkat çekici ürünlerden biri, biyobozunur karbon fiberlerden üretilmiş özel bir kumaştı. Bu yumuşak teknik tekstil malzeme, 3.000°C’ye varan olağanüstü yüksek sıcaklıklara dayanabiliyor ve 7 saate kadar yangına karşı koruma sağlıyor​. Karbon fiber genellikle havacılık ve otomotiv gibi sektörlerde kullanılan, hafif ama son derece dayanıklı bir malzeme olarak bilinir. Ancak klasik karbon fiber yapılar doğada çözünmezken, burada geliştirilen kumaşın biyobozunur olması onu benzersiz kılıyor. Yüksek performansla çevre dostu özellikleri bir araya getiren bu yenilik, teknik tekstillerin geleceğine dair ufuk açıcı bir örnek sunuyor. Artık endüstri, işlevsellikten ödün vermeden sürdürülebilirliği yakalamanın mümkün olduğunu gözler önüne seriyor. Nitekim Texhibition kapsamında düzenlenen seminerlerde de biyolojik kaynaklı ve biyobozunur elyaflardaki gelişmelerin sektördeki en önemli trendler arasında olduğu vurgulandı​ Bu karbon fiber kumaş, ileride itfaiye giysilerinden endüstriyel koruyucu ekipmanlara kadar pek çok alanda hem güvenliği artırma hem de kullanım ömrü sonunda atık yükünü azaltma potansiyeline sahip bir materyal olarak görülüyor. Atıktan İlham Alan Moda - Nar Kabuğundan “Deri” Elbiseler Fuarın inovasyon alanında öne çıkan bir diğer yenilik ise nar kabuğundan üretilmiş, deri görünümlü elbiseler oldu. İlk bakışta hakiki deriyi andıran bu şık tasarımlar, tamamen atık nar kabuğu bazlı bir biyomalzemeden yapılmıştı​ Moda endüstrisinde son yıllarda ananas yaprağından mantara, kaktüsten elma posasına kadar çeşitli bitkisel deri alternatifleri geliştiriliyor. Ancak nar kabuğunun böylesi bir malzeme olarak kullanılması dünya çapında da ilk kez karşımıza çıkıyor​ Bu yeniliğin arkasında genç Türk girişimci İpek Tüysüzoğlu tarafından kurulan Pomeco adlı girişim bulunuyor. Tüysüzoğlu, atık nar kabuklarını bioaktif bileşenleri ve dayanıklı yapısı nedeniyle seçerek deriye alternatif bir ürün geliştirmeyi başarmış​   Ortaya çıkan malzeme; giyim, çanta ve ayakkabıdan otomotiv iç döşemelerine kadar gerçek veya suni derinin kullanılabildiği her alanda değerlendirilebiliyor​   Nitekim girişimci, moda sektörü için seri üretime başlamış ve ürünlerini göndermeye koyulmuş durumda; otomotiv sektörü için de laboratuvar ölçekli çalışmalarını tamamlamak üzere olduğunu belirtiyor​   Nar kabuğu bazlı bu “vegan deri” projesi, 2024 yılında otomotiv endüstrisinin yenilikçi tasarım yarışmasında 392 proje arasından birincilik ödülüne layık görülerek 900 bin TL destek de kazanmış durumda.   Bu başarı, atıkların yaratıcı şekilde değerlendirilmesinin hem çevresel hem de ekonomik açıdan büyük potansiyele sahip olduğunu kanıtlıyor. Üstelik nar kabuğu türevi malzeme, geleneksel hayvansal deriye kıyasla su tüketimi ve kimyasal atık açısından çok daha düşük bir çevresel etki vaat ediyor. Texhibition’da sergilenen nar kabuğu elbiseler, ziyaretçilerin yoğun ilgisini çekerek moda tutkunlarına “atıklardan da yüksek moda ürünü çıkabilir” mesajı verdi. Moda Sektöründe Sürdürülebilirliğin Artan Rolü ve Gelecek Texhibition 2025’te sergilenen yenilikler, moda sektöründe sürdürülebilirliğin artık bir seçenek değil, ana akım bir gereklilik olduğunu açıkça gösteriyor. Günümüzde markalar, su tasarrufu, enerji verimliliği ve geri dönüşüm gibi uygulamaları üretim süreçlerine entegre ederken; aynı zamanda köklü bir dönüşüm hedefiyle tamamen yeni malzemeleri de devreye alıyor. Sektörün önde gelen etkinliklerinde, doğal kaynaklar ile tekstil tasarımı arasındaki bağ her geçen gün daha net bir biçimde vurgulanmaya başladı. Böylece sürdürülebilirliğin, malzeme seçiminden üretim tekniklerine kadar tüm aşamalardaki etkisi artık ele alınması gereken ciddi bir konu olarak öne çıkıyor. Öte yandan tüketicilerin farkındalığı arttıkça, yüksek kaliteli ve çevreye duyarlı tekstil ürünlerine talep de dünya çapında hızla yükseliyor. Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika pazarlarında yeşil üretim sertifikalarına ve doğa dostu koleksiyonlara sahip markalar, rekabette ciddi bir avantaja sahip olmaya başladı. Bu ortamda “döngüsel moda” kavramı da tüketici algısındaki yerini de kalıcı olarak almaya başladı. Söz konusu yaklaşım, hammaddeden nihai ürüne kadar bütün süreçlerin atık ve emisyonları en aza indirecek şekilde yeniden tasarlanmasını gerektiriyor. Texhibition’da tanıtılan biyobozunur karbon fiber kumaş ve nar kabuğundan elde edilen deri alternatifi gibi buluşlar, modanın geleceğinde bu döngüsel ekonominin yapı taşları olarak kabul ediliyor. Eğer bu yenilikler geniş ölçekli üretime uyarlanabilirse, tekstil atıklarının ve fosil yakıtlara dayalı malzemelerin kullanımı kayda değer oranda azaltılabilir. Örneğin deri üretimi için gereken hayvancılık ve tabaklama süreçlerinde doğaya binen yük azalırken, meyve suyu sektörünün atığı olan nar kabuğu da katma değeri yüksek bir ürüne dönüşebilir. Aynı şekilde, kullanım ömrünü dolduran koruyucu bir tekstilin doğada çözünebilmesi sayesinde bertaraf sürecinde ortaya çıkan çevre kirliliği riski de ortadan kalkar. Moda dünyası, gezegenimizin sınırlarına uyumlu olmanın artık bir tercih değil, zorunluluk olduğuna her zamankinden daha fazla inanıyor. Zero Waste Europe’un kapsamlı raporları da, moda ve tekstil sektörünün çevreyle uyumlu hale gelebilmesi için önemli dönüşümlere ihtiyaç duyulduğunu doğruluyor. Nitekim “hızlı moda” döneminin sınırsız tüketim anlayışı yerini yavaş yavaş yenileme, yeniden kullanma ve sorumlu üretim ilkelerine bırakıyor. Texhibition 2025’te sergilenen yenilikçi malzemeler bu dönüşümün yalnızca mümkün olmakla kalmayıp, aynı zamanda umut verici olduğunu da ortaya koyuyor. Üstelik zorlu ekonomik koşullara rağmen sektör temsilcileri, inovasyon ve sürdürülebilirlik odaklı hamleleriyle adeta betonu yarıp çıkan bir çiçek gibi direnç ve yaratıcılık sergiliyor. Geleceğin modası sadece estetik ve işlevselliği bir araya getirmekle kalmayacak, aynı zamanda doğa dostu bir anlayışla şekillenecek. Texhibition’da atılan bu adımlar, moda endüstrisinin daha yeşil bir geleceğe doğru emin adımlarla ilerlediğinin somut bir kanıtı niteliğinde. Kaynaklar: 1-      Fashionating World : “Texhibition Istanbul 2025 set to showcase global textile innovations” – Mart 2025 Texhibition fuarının ölçeği ve odak noktaları hakkında bilgi . https://www.fashionatingworld.com/new1-2/texhibition-istanbul-2025-set-to-showcase-global-textile-innovations#:~:text=Texhibition%20Istanbul%2C%20a%20premier%20international,Africa%2C%20and%20the%20Middle%20East 2-      ​ NTV Haber : “Genç girişimci nar kabuğundan deri üretti: Otomotiv ve giyimde kullanılacak” – Pomeco girişiminin nar kabuğundan deri alternatifi projesi ve kazanılan ödül hakkında haber, Kasım 2024 . https://www.ntv.com.tr/ntvpara/genc-girisimci-nar-kabugundan-deri-uretti-otomotiv-ve-giyimde-kullanilacak,zSWfLEOfyUeH8KPhmcpSQw 3-      Texhibition İstanbul E-Bülten : “Fashion Has To Be Compatible With The Planet” – Zero Waste Europe raporundan moda sektörünün gezegenle uyumlu hale gelmesi gerektiğine dair vurgular, Texhibition 2024 bülten yayını . https://www.texhibitionist.com/en/e-bulten/fashion-has-to-be-compatible-with-the-planet#:~:text=Zero%20Waste%20Europe%20has%20called,in%20the%20fast%20fashion%20industry

  • Paris Neden Moda Şehridir?

    Paris, moda dünyasının tartışmasız başkentlerinden biri olarak kabul edilir. Bu şöhretini yalnızca dünyaca ünlü markalara ev sahipliği yapmasına değil, aynı zamanda modanın tarihsel gelişimine sağladığı derin katkılara da borçlu. Peki Paris neden bu kadar özel ve etkileyici bir moda şehri olarak kabul edilir? Paris'in moda ile ilişkisi 17. yüzyılda XIV. Louis dönemine kadar uzanır. Kral, saray modasını destekleyerek Fransız stilinin tüm Avrupa'da yayılmasını sağlamış ve Paris'in moda merkezi olarak temelini atmış. Ancak şehir gerçek ününe 19. ve 20. yüzyıllarda Coco Chanel, Christian Dior ve Yves Saint Laurent gibi devrim niteliğinde işler yapan tasarımcıların öncülüğünde kavuşmuş. Bu ikonlar, moda tarihini değiştiren cesur adımları ve yenilikçi vizyonlarıyla Paris'i modanın kalbine dönüştürdüler. Paris, günümüzde de dünyanın önde gelen moda haftalarından birine ev sahipliği yapıyor. Moda tutkunları her yıl dünyanın dört bir yanından Paris'e gelerek geleceğin trendlerini keşfediyor, yenilikçi tasarımlara tanık oluyor ve moda dünyasının en önemli isimleriyle bir araya geliyor. Üstelik şehir, moda ile sanatın kesiştiği zengin kültürel etkinlikleriyle de yaratıcı ilhamın sonsuz kaynağı olmaya devam ediyor. Öte yandan Milano da moda alanındaki güçlü etkisiyle dikkat çeken bir şehir. İtalya'nın ikinci büyük kenti olmasının ötesinde, moda endüstrisinde küresel bir oyuncu olarak tanınır. Milano, özellikle tekstil, ayakkabı ve deri ürünleri gibi moda endüstrisinin temel alanlarında derin bir uzmanlığa sahip. Prada, Gucci, Armani ve Versace gibi dünya çapında markaların kök saldığı şehir, İtalyan işçiliği ve detaycılığının sembolüdür. Her yıl düzenlenen Milano Moda Haftası, şehrin küresel moda trendlerini belirleyen merkezi rolünü pekiştirir. Hem Paris hem de Milano, sürdürülebilir modanın önem kazandığı günümüzde, yenilikçi yaklaşımları ve çevre dostu girişimleriyle öne çıkmakta. Geleneksel moda anlayışının yanında, etik üretim yöntemlerini benimseyen ve sürdürülebilir malzemeler kullanan markalar, bu şehirlerin moda anlayışına yeni bir boyut kazandırıyor. İki şehir de modanın geleceğini şekillendirirken, sürdürülebilirlik ilkesini merkeze alarak sektörde devrim niteliğinde değişimler gerçekleştiriyor. Paris ve Milano, moda dünyasında yalnızca geçmişin mirasını değil, aynı zamanda geleceğin vizyonunu da temsil eden eşsiz şehirler olarak, moda ve sanatın sürdürülebilir gelişimine ilham vermeye devam ediyor.

  • Türkiye’de Alışveriş Merkezleri Yeşil Dönüşüme Hazır mı? İlk Sürdürülebilirlik Endeksi Açıklandı

    Türkiye'de Alışveriş Merkezi (AVM) sektörü, sürdürülebilirlik konusunda kritik bir dönüm noktası olarak nitelendirilebilecek önemli bir adım attı. Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği (AYD) ve Akademetre Research ortaklığında geliştirilen "AVM Sürdürülebilirlik ve Enerji Endeksi" Maslak Orjin Plaza'da gerçekleştirilen kapsamlı bir toplantıyla kamuoyuna duyuruldu. Bu girişim, Türkiye'deki AVM sektörünün enerji tüketimi ve karbon ayak izini sistematik biçimde ölçen ilk kapsamlı endeks çalışması olma özelliğini taşıyor. Endeks, alışveriş merkezlerinin elektrik, su ve doğalgaz tüketimi gibi temel enerji kaynaklarını analiz ederek, toplam kapalı alan (TKA), ortak kullanım alanı (OG) ve kiralanabilir alan (GLA) açısından detaylı raporlamalar sunuyor. Bu doğrultuda Türkiye genelindeki 13,9 milyon metrekare kiralanabilir alan üzerinden yapılan ölçümlerde, sektördeki AVM'lerin yaklaşık yüzde 20'sinin aktif katılımıyla oluşturulan veri havuzu sayesinde önemli bulgular elde edildi. Ortaya konan verilere göre, Türkiye’de AVM’lerin ortalama karbon ayak izi yılda metrekare başına 65,4 kgCO₂e düzeyinde gerçekleşti. Bu oranın büyük bölümünü elektrik kaynaklı karbon salınımı oluştururken (63,6 kgCO₂e/m²/yıl), doğalgaz kaynaklı salınımın çok daha düşük seviyelerde olduğu gözlemlendi (1,56 kgCO₂e/m²/yıl). Bu değerlerin uluslararası standartlarla kıyaslanması sonucunda, Türkiye’deki AVM’lerin karbon emisyonları açısından dünya ortalamasının altında bir performansa sahip olduğu belirlendi. Enerji verimliliği açısından henüz adım atmamış alışveriş merkezlerinin dünya genelinde 100-150 kgCO₂e/m²/yıl seviyesinde emisyona neden olduğu düşünüldüğünde, Türkiye'nin mevcut durumu umut verici olsa da sürdürülebilirlik açısından gelişime açık olduğu net şekilde anlaşılıyor. Toplantıda konuşan AYD Başkanı Nuri Şapkacı, sürdürülebilirliğin artık bir seçenek değil, zorunluluk haline geldiğini ve sektörün tüm paydaşlarıyla iş birliği içerisinde hareket ederek kapsamlı bir sürdürülebilirlik yol haritası oluşturduklarını vurguladı. AYD Sürdürülebilirlik Komitesi Başkanı Cem Eriç ise somut aksiyonların önemine dikkat çekerek sektörün karbon ayak izini azaltma noktasında net hedefler belirleyip uygulama aşamasına geçeceğinin altını çizdi. Endekste yer verilen çarpıcı gelişmelerden biri ise Güneş Enerji Sistemleri (GES) yatırımları oldu. GES kullanan AVM'lerde ortak alan elektrik tüketiminin %40,3 gibi önemli bir kısmının yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlandığı kaydedildi. Bu durum, AVM’lerin karbon ayak izinde yıllık yüzde 20’ye varan bir azalma sağlama potansiyelini ortaya koydu. Bu, sektörde yenilenebilir enerji dönüşümünün hızlı ve etkili biçimde ilerlediğinin önemli bir göstergesi. Sektör Gelişmelerine Yorumumuz Tüm bu bulgular ve girişimler, sektördeki sürdürülebilirlik bilincinin artması açısından oldukça kritik öneme sahip olsa da uygulanabilirlik ve uzun vadeli etki açısından bazı soruları da beraberinde getiriyor. AVM'lerin enerji tüketiminde sürdürülebilir uygulamaları kalıcı hale getirebilmesi için bu endeks çalışmasının şeffaflığının ve sürekliliğinin sağlanması şart. Ayrıca, elde edilen verilerin sektördeki tüm oyuncular tarafından benimsenip, aksiyon planlarının düzenli olarak takip edilmesi büyük önem taşıyor. Devlet teşvikleri ve hukuki düzenlemelerin eşlik etmemesi halinde, kısa vadede başarılı görünen girişimlerin uzun vadede sürdürülebilirliği tartışmalı kalabilir. Tüm bunlara rağmen, "AVM Sürdürülebilirlik ve Enerji Endeksi" Türkiye’nin sürdürülebilirlik alanında attığı umut verici bir adım. Ancak gerçek sürdürülebilirlik için endeksin sadece başlangıç noktası olarak değerlendirilip, sektörde zihinsel bir dönüşümün de gerçekleşmesi gerekiyor. Bu dönüşüm sağlandığı takdirde, endeks sadece rakamları ortaya koyan bir ölçüm aracı değil, kalıcı ve etkili bir sürdürülebilirlik kültürünün önemli bir taşıyıcısı olacaktır.

bottom of page