top of page

Trump’ın Vergi Hamlesi Moda Tedarik Zincirlerini Yeniden Şekillendiriyor

  • Yazarın fotoğrafı: BiModaHayat
    BiModaHayat
  • 3 gün önce
  • 11 dakikada okunur

Türkiye, Fas ve Mısır Yeni Üretim Merkezleri Olarak Öne Çıkıyor


Yazı: Ayşenur Ülvan Erkan
Yazı: Ayşenur Ülvan Erkan

Dünya moda sektörü, ABD Başkanı Donald Trump’ın 2 Nisan 2025 tarihinde duyurduğu kapsamlı ithalat tarifeleriyle sarsıldı. Özellikle Vietnam, Kamboçya, Bangladeş ve Çin gibi büyük üretim merkezleri, yüzde 30 ila 50’leri aşan yüksek ek vergilerle karşı karşıya. ABD’nin gümrük vergisi politikasında şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş bu adım, tedarik zincirlerini ve küresel moda piyasasını yeni arayışlara sürükledi.

ABD’nin uygulamaya koyduğu kapsamlı gümrük tarifeleri kararı, moda endüstrisinde son yılların en büyük sarsıntılarından birini yarattı. Önce çelik ve otomotiv gibi sektörleri hedef alan korumacı politikalar, şimdi de moda sektörünü doğrudan etkisi altına aldı. Trump yönetiminin 180’i aşkın ülkeye ve moda üretiminin başlıca bölgelerine ağır vergiler getirmesi, küresel ölçekte markaları hazırlıksız yakaladı ve sektörü adeta şoka uğrattı

Bu “tarife şoku” kapsamında ABD’ye yapılan tüm ithalat kalemlerine %10 ek vergi konulurken; özellikle Çin, Vietnam, Pakistan, Bangladeş gibi moda tedarik zincirinin merkez üssü konumundaki ülkelere sırasıyla %54, %46, %29 ve %37 oranında gümrük vergileri getirildi. Avrupa Birliği menşeli ürünler de %20’lik tarife ile hedef alınarak bu kapsamda “kötü aktör” ilan edilen bölgeler arasına katıldı​


Bu beklenmedik karar, moda markalarını ham madde tedarikinden üretime ve dağıtıma kadar yayılmış küresel yapılarını yeniden gözden geçirmeye zorladı.


Alınan kararın hemen ardından, moda sektörü temsilcileri bu gelişmenin tam olarak nasıl etki edeceğini öngörmekte güçlük çekti. Zira günümüz modasında ürünlerin üretimi tek bir ülkeye bağlı değil; örneğin bir tasarımın kumaşı İtalya’dan, aksesuarları Çin ve Güney Kore’den tedarik ediliyor, nihai dikimi ise Türkiye’de gerçekleşiyor. Böylesine parçalı bir tedarik ağında hangi aşamada hangi oranda vergi uygulanacağı belirsiz bir hale geldi ve bu belirsizlik markaların maliyet hesaplarını allak bullak etti​.


Moda markaları için ürün başına düşen gümrük yükünün nerede ve ne kadar artacağını kestirememek, karar alma süreçlerini zorlaştırırken finansal piyasalar da bu gelişmeye olumsuz tepki verdi. Nitekim tarife haberinin ardından önde gelen lüks moda şirketlerinin hisse değerlerinde sert düşüşler yaşandı​

 

Tüm sektör, karşı tarafa misillemelerin gelebileceği endişesiyle “bekle-gör” pozisyonuna geçerken, bu dönemin her aktör için zorlu bir “sınav” olacağı anlaşılmış oldu.


Tedarik Zincirlerinde Kırılma ve Yakın Üretim Trendi

Küresel moda tedarik zincirlerinde bir süredir devam eden yeniden yapılanma eğilimi, ABD tarifelerinin yarattığı risk ortamıyla daha da hızlandı. Birçok moda markası zaten bir süredir ürünlerini dünyanın uzak köşelerinde ürettirme modelinden uzaklaşmaktaydı; Çin başta olmak üzere Asya’daki düşük maliyetli dev üretim merkezlerine bağımlı kalma fikrine mesafeli yaklaşan markaların sayısı artıyordu​

Reuters kaynaklı analizler, pandemiyle birlikte bu yaklaşımın kalıcı bir strateji değişimine dönüştüğünü ortaya koyuyor​

 

Şimdi Trump’ın yüksek tarifeleri, bu dönüşümü adeta katalizör etkisiyle hızlandırdı.

Özellikle ek vergiler nedeniyle maliyet ve tedarik riski artan markalar, coğrafi tedarik stratejilerini gözden geçirerek üretimi ana pazarlara daha yakın ülkelere kaydırma planlarını devreye soktu. İtalya merkezli ünlü moda markası Benetton’ın bu kapsamda açıkladığı adım dikkat çekiciydi: Şirket, 2022 sonuna kadar Asya’daki üretimini yarı yarıya azaltıp Sırbistan, Hırvatistan, Türkiye, Tunus ve Mısır gibi büyük pazarlara daha yakın ülkelerde üretimi artıracağını duyurdu​


Benetton CEO’su Massimo Renon, tedarik zincirlerinde son dönemde yaşanan aksaklıkların maliyetleri ve teslimat sürelerini yükselterek moda sektöründe 30 yıldır hakim olan iş yapış biçimini değiştirdiğini vurguladı​

 

Renon’a göre üretim süreci ve nakliye masrafları üzerinde daha fazla kontrol sahibi olabilmek adına bu stratejik karar alındı; şirket halihazırda Bangladeş, Vietnam, Çin ve Hindistan’daki üretimini önemli ölçüde azaltmaya başlamıştı​

 

Nitekim konteyner taşımacılığında geçmişte 1.200-1.500 dolar seviyesinde olan navlun ücretlerinin 10.000 doların üzerine çıkması ve teslimat sürelerindeki belirsizlik, üretimi coğrafi olarak yakınlaştırmayı artık bir zorunluluk haline getirmişti​


Benzer bir şekilde, başka pek çok küresel moda markası da tedarik zincirini kısaltma yönünde adımlar atıyor. Hızlı moda devi Inditex (Zara’nın ana şirketi), son yıllarda üretiminin önemli bir bölümünü Uzak Doğu’dan alıp

Türkiye ve Fas gibi daha yakın bölgelere kaydırarak değişen trendlere hızla uyum sağladı ve bu sayede çok daha kısa sipariş döngüleri, düşük stok maliyetleri ve artan müşteri memnuniyeti elde etmeyi başardı​.


Bu başarılı örnek, yakın coğrafyaya üretim kaydırmanın talebe hızlı yanıt verme ve maliyet kontrolü açısından ne denli kritik hale geldiğini gösteriyor.


Tedarik zincirlerini daha dayanıklı kılmak isteyen moda şirketleri, yaşanan gelişmeler ışığında çeşitlendirmenin kritik önemini net biçimde gördü. Sektör analistlerine göre, üretimi farklı ülkelere yayarak esneklik kazanmak ve “tedarik tek noktadan kırılması” riskini azaltmak artık hayati bir strateji olarak benimseniyor​.


Pandemi döneminin de öğrettiği üzere, tedarikçileri yalnızca maliyet odağıyla değil, birer iş ortağı olarak görmek ve onlarla birlikte büyümek gerektiği anlayışı güçlendi​

 

Moda markaları, bu yeni dönemde tedarikçileriyle daha şeffaf, adil ve uzun vadeli ilişkiler kurarak herkesin kazanacağı bir ekosisteme yöneliyor.


Türkiye, Fas ve Mısır Yeni Üretim Merkezleri Olarak Öne Çıkıyor

Küresel tedarik zincirlerindeki kırılma, coğrafi üretim haritasını da hızla değiştirmeye başladı. Özellikle Türkiye, Fas ve Mısır gibi ülkeler, bu dönüşümde “yeni üretim üsleri” olarak ön plana çıkıyor. Sektör uzmanları, artan maliyetler ve Asya’daki aksaklıklar nedeniyle markaların üretimi bu bölgelere kaydırdığını, dolayısıyla söz konusu ülkelerin küresel konfeksiyon tedarikinde hızla kritik oyuncular haline geldiğini belirtiyor​

Türkiye, uzun yıllardır Avrupa moda endüstrisinin güvenilir üretim merkezlerinden biri konumundaydı. Mevcut durumda bu konumunu daha da güçlendirdiği görülüyor. Yapılan bir araştırmaya göre Batı Avrupalı moda şirketlerinin %85’i, önümüzdeki birkaç yıl içinde Türkiye’den yaptıkları tedariki daha da artırmayı planladıklarını ifade ediyor​


Hatta Avrupa merkezli markaların yaklaşık üçte biri, Türkiye’yi en önemli üç tedarik bölgesinden biri olarak konumlandırmış durumda​

 

Bu ilginin arkasında, Türkiye’nin güçlü tekstil altyapısı, deneyimli iş gücü ve Avrupa pazarına yakınlığının sağladığı lojistik avantajlar yatıyor. Coğrafi olarak yakın üretim, markalara hem hızlı koleksiyon yenileme imkânı sunuyor hem de yüksek hacimli siparişlerde bile kısa termin süreleri vadediyor. Nitekim İspanyol moda perakendecisi Mango, Çin ve Vietnam’daki üretiminin bir kısmını Türkiye, Fas ve Portekiz’e kaydırma kararı alarak bu eğilimi doğruladı​

 

Benzer şekilde spor giyim markası Nike gibi firmaların da son dönemde üretim siparişlerini Asya dışındaki alternatiflere yönlendirdiği biliniyor.


Türkiye’nin ardından Kuzey Afrika ülkeleri de yeni tedarik ekosisteminde yıldızlaşıyor. Bunların başında gelen Fas, halihazırda Avrupa pazarına dönük büyük bir üretim kapasitesine sahip. Ülkenin tekstil ve hazır giyim ihracatının yaklaşık 3,6 milyar dolarlık kısmı (toplamın %34’ü) doğrudan Avrupa Birliği ülkelerine gerçekleştiriliyor​


Coğrafi konumu itibarıyla Avrupa’ya sadece birkaç gün mesafede olan Fas, hızlı teslimat konusunda avantaj sağlarken, AB ile mevcut Serbest Ticaret Anlaşması sayesinde Fas’tan Avrupa’ya yapılan tekstil ihracatı gümrüksüz biçimde gerçekleşiyor​

 

Bu durum, özellikle İspanya, Fransa, Almanya ve İtalya gibi büyük AB pazarları için Fas’ı oldukça rekabetçi ve cazip bir tedarikçi haline getiriyor​

 

Ülkedeki geniş ölçekli ve ihracata yönelik üretim yapan konfeksiyon fabrikaları, uluslararası kalite standartlarına uyumlu çalışarak Avrupa’lı markaların beklentilerini karşılıyor. Ayrıca Fas’ın ABD ile 2006’dan beri yürürlükte olan Serbest Ticaret Anlaşması kapsamında Amerikan pazarına da düşük tarifelerle ürün sokabilmesi, onu küresel markalar açısından stratejik bir üretim üssü yapıyor​


Doğu Akdeniz’in bir diğer önemli oyuncusu Mısır da son dönemde tekstil üretiminde ciddi atılımlar gerçekleştiriyor. Mısır hükümetinin tekstil sektörünü canlandırmak üzere yürüttüğü yatırım ve modernizasyon programları, meyvelerini vermeye başladı​


Ülke, dünyanın en kaliteli pamuklarından biri olarak kabul edilen Mısır pamuğu üretimindeki tarihsel avantajını da kullanarak iplik ve kumaş üretiminde kapasitesini artırıyor. Devlet destekli sanayi bölgeleri ve modern fabrikalar sayesinde Mısır, markalara dikey entegre (ham maddeden nihai ürüne kadar tek lokasyonda) üretim imkânı sunan bir destinasyon haline geliyor​

 

Rekabetçi işçilik maliyetleri de göz önüne alındığında, Mısır’daki üretim ortamı hem maliyet avantajı hem de kaliteli üretim arayan markalar için çekici bulunuyor. Küresel markalar Asya dışındaki alternatif üretim bölgelerini çeşitlendirirken, Mısır ve Fas gibi ülkelerin uygun maliyet, yerel ham madde kaynağı ve oturmuş ticaret ağlarıyla kaymakta olan siparişleri çekmeye hazır konumda oldukları vurgulanıyor​.


Bu yeni üretim merkezlerinin yükselişi, yerel ekonomiler için de önemli fırsatlar anlamına geliyor. Türkiye, Fas ve Mısır, artan talebi karşılayabilmek adına üretim kapasitelerini ve teknolojik altyapılarını geliştirmeye odaklanmış durumda. Örneğin, Fas hükümeti sanayi bölgelerine yatırım yaparken, Mısır uluslararası ortaklıklarla bilgi transferini teşvik ediyor; Türkiye ise moda sanayisinde dijitalleşme ve sürdürülebilirlik alanlarında projelerle rekabet gücünü pekiştiriyor. Sonuç olarak, küresel moda üretimi çok merkezli bir yapıya doğru evrilirken, bu ülkeler tedarik zincirinin kritik halkaları olarak konumlarını sağlamlaştırıyor.


Sürdürülebilir Moda Perspektifi

Tedarik zincirlerindeki bu coğrafi kaymanın bir diğer önemli boyutu da sürdürülebilirlik. Moda sektörü, son yıllarda artan şekilde çevresel ve sosyal etkilerini sorguluyor ve daha sürdürülebilir uygulamalara yöneliyor. Üretimin Uzak Doğu’dan yakın coğrafyalara taşınması, ilk bakışta ticari bir hamle olarak görünse de, doğru yönetildiğinde önemli sürdürülebilirlik kazanımlarını da beraberinde getirebilir.

En başta, üretimin tüketici pazarlarına yakın olması, nakliye kaynaklı karbon emisyonlarını ciddi oranda azaltıyor

Kısa mesafeli sevkiyatlar sayesinde, tonlarca ürünün gemilerle okyanus aşırı yolculuk yapmasına gerek kalmıyor; bu da moda endüstrisinin karbon ayak izini küçültme hedefine katkı sağlıyor. Yapılan analizler, tedarik zincirinin kısalmasının net bir çevresel fayda sağladığını, uzak mesafeli tedarike kıyasla daha düşük sera gazı salımıyla sonuçlandığını ortaya koyuyor​

 

Örneğin Türkiye veya Fas’ta üretilen bir giysinin Avrupa’ya ulaşması günler içinde ve minimal yakıt harcayarak mümkünken, aynı ürünün Uzak Doğu’dan getirilmesi hem haftalar alıyor hem de katbekat fazla fosil yakıt tüketimine yol açıyor. Dolayısıyla yakın coğrafyaya kaydırılan her üretim dilimi, modanın toplam ekolojik yükünü hafifletme yönünde bir adım olarak değerlendirilebilir.


Sürdürülebilirlik perspektifinden bir diğer kritik konu da üretimde şeffaflık ve denetlenebilirlik. Tedarik zinciri halkaları coğrafi olarak yakınlaştıkça, markaların üretim süreçlerini izleme ve standartlara uyumu sağlama imkânı artıyor. Birçok ülkenin son dönemde daha sıkı çevre ve iş gücü regülasyonları uygulamaya başlamasıyla, üretimi yakına almak markalar için ESG (Çevresel, Sosyal, Yönetişim) uyumunu kolaylaştıran bir faktör haline geliyor​


Özellikle Avrupa Birliği’nin yeşil mutabakat kapsamındaki düzenlemeleri ve tedarik zinciri due diligence yasaları, modada sürdürülebilir üretimi bir tercih değil gereklilik haline getiriyor. Bu noktada Türkiye ve Fas gibi bölgelerde üretim yapmak, AB standartlarına daha yakın çalışma koşulları sayesinde markalara mevzuata uyum açısından avantaj sağlayabiliyor. Yakın coğrafyalardaki fabrikalarla bire bir temas kurmak, düzenli denetimler yapmak ve anında iyileştirme adımları atmak mümkün olduğundan, üretimde şeffaflık artıyor, bu da gerek tüketiciler gerek yatırımcılar nezdinde markaların itibarını olumlu etkiliyor.


Somut örnekler üzerinden gidildiğinde, Fas sürdürülebilir uygulamalar konusunda bölgesindeki öncü ülkelerden biri olarak öne çıkıyor. Yapılan çalışmalar, Fas’ın ekolojik üretim teknikleri ve su verimliliği konusunda ciddi mesafe katettiğini, tekstil boyama ve yıkama süreçlerinde su tasarrufu sağlayan teknolojileri benimsediğini gösteriyor. Bir analizde Fas’ın çevre dostu tedarik ve su-etkin tekstil üretimi tekniklerinde ön saflarda yer aldığı, bu sayede kritik çevresel sorunlara çözüm ürettiği belirtiliyor​


Bu uygulamalar, sürdürülebilir moda arayışındaki bilinçli tüketicilerin beklentileriyle örtüştüğü için Fas’ı sorumlu ve ileri görüşlü bir üretim merkezi olarak konumlandırıyor​

 

Benzer şekilde, Türkiye’deki birçok büyük üretici son yıllarda yenilenebilir enerjiye geçiş, kimyasal yönetimi ve atık azaltma konularında önemli yatırımlar yaptı. Organik pamuk üretiminde dünya liderleri arasında yer alan Türkiye, aynı zamanda tekstil fabrikalarında güneş enerjisi kullanımı ve su geri dönüşüm sistemlerinin kurulması gibi alanlarda da bölgesinde örnek teşkil ediyor. Mısır da tekstil sektöründeki modernizasyon hamlelerinde çevresel boyutu göz ardı etmiyor; yeni kurulan entegre üretim tesislerinde enerji verimliliği yüksek makinelerin kullanımı teşvik ediliyor.


Yakın coğrafyalara üretim kaydırmanın sürdürülebilirlik boyutunda bir diğer kazanımı da stok yönetimi ve israfı azaltma potansiyelidir. Inditex/Zara örneğinde görüldüğü gibi, üretimin pazara yakın olması koleksiyonların küçük partiler halinde sık aralıklarla üretilebilmesini mümkün kılıyor. Böylece sezon sonunda elde kalacak yığınla ürün yerine, talebe daha uygun miktarlarda üretim yapılabiliyor. Bu da modanın kronik sorunlarından biri olan fazla stok ve tekstil israfını azaltmaya yardımcı oluyor. Atıl kalan ürünlerin çevresel maliyeti düşünüldüğünde – hem üretiminde harcanan kaynaklar hem de imha süreçlerindeki yük – esnek ve hızlı tedarik yaklaşımı, sürdürülebilir moda hedefine hizmet eden bir yaklaşım olarak değer kazanıyor.

Sonuç olarak, Trump’ın tarife hamlesiyle ivme kazanan tedarik zinciri yeniden yapılanması, doğru stratejilerle desteklendiğinde moda endüstrisini daha çevreci, duyarlı ve dayanıklı bir yapıya kavuşturabilir. Burada kritik olan, markaların bu geçişi sadece coğrafi bir kayma değil, aynı zamanda sürdürülebilir bir dönüşüm fırsatı olarak görmesidir.


Fırsatlar ve Tehditler Dengesi

Küresel tedarik zincirlerinde yaşanan bu radikal dönüşüm, beraberinde hem önemli fırsatlar hem de dikkate alınması gereken riskler getiriyor. Bir yandan yakın coğrafyalara yönelmek markalara tedarik güvenliği, hız ve sürdürülebilirlik açısından avantaj sağlarken, diğer yandan bu hızlı değişimin yol açabileceği potansiyel sorunlar da göz ardı edilmemeli.


Öncelikle fırsatlar cephesine bakacak olursak: Yeni üretim merkezlerine yönelmek, markalara tedarikte çeşitlilik ve esneklik kazandırır. Coğrafi çeşitlilik sayesinde, herhangi bir bölgesel krizin (salgın, doğal afet, siyasi gerilim vb.) tüm üretimi sekteye uğratmasının önüne geçilebilir. Ayrıca Türkiye ve Fas gibi yakın coğrafi bölgelerle çalışmak, markalara daha kısa tedarik süreleri ve daha düşük lojistik maliyetleri getirir. Bu da hızın ve reaksiyon kabiliyetinin önem arz ettiği moda dünyasında ciddi bir rekabet avantajıdır. Yakın üretim, aynı zamanda markaların küçük ölçekli deneme üretimleri yapıp talebe göre hızla üretimi artırmasına imkân tanır; böylece trendleri yakından takip eden ve stok riskini minimize eden bir yapı oluşur. Yatırımcılar açısından bakıldığında, daha öngörülebilir ve daha az risk barındıran bir tedarik zinciri demek, şirketlerin finansal performansını ve dirençliliğini artırması nedeniyle olumlu bir gelişmedir. Perakende sektöründeki birlikler de bölgesel üretimin canlanmasını desteklemektedir; zira bu sayede tedarik süreleri kısalacak, raflar daha düzenli dolacak ve tüketicilere kesintisiz ürün akışı sağlanacaktır.


Ancak tehditler ve zorluklar da yok değil. Üretimin Asya’dan kısmen uzaklaşması, moda sektörü için yeni bir öğrenme eğrisi demek. On yıllardır Uzak Doğu’daki dev üretim ekosistemine entegre olmuş markalar, şimdi tedarik ağlarını yeniden yapılandırırken beklenmedik engellerle karşılaşabilir. Örneğin bazı yakın coğrafya ülkelerinde, talep patlaması karşısında altyapı kısıtları ortaya çıkabilir. Hızla artan sipariş hacimlerini karşılayabilmek için yollar, limanlar, enerji arzı gibi konularda yetersizlikler görülmesi muhtemeldir. Nitekim analizler, bazı yakın üretim bölgelerinde gerekli büyük ölçekli üretim altyapısının tam oturmadığını, bu nedenle ek yatırımlar gerektiğini ortaya koyuyor​

Benzer şekilde, belli ülkelerde nitelikli iş gücü açığı yaşanabilir; teknik uzmanlık gerektiren moda üretimi alanlarında uygun çalışan bulmak zorlaştığında markaların kalite ve termin hedefleri riske girebilir​

 

Dolayısıyla, markaların bu yeni üretim merkezlerinde eğitim ve kapasite geliştirme programlarına destek olması kritik önem taşıyor.


Ayrıca maliyet cephesinde de uzun vadede bazı riskler mevcut. Uzak coğrafyalarda üretimin bir avantajı olarak görülen düşük işçilik maliyetleri, yakın coğrafyalarda genellikle daha yüksektir. Örneğin Doğu Asya’ya kıyasla Türkiye ve Doğu Avrupa’daki işçilik ücretleri belirgin biçimde fazla olabilir; bu da ürün başı maliyetlere yansıyabilir. Uluslararası Hazır Giyim Federasyonu (IAF) verilerine göre, Türkiye, Bangladeş, Vietnam gibi kilit üretim bölgelerinde son dönemde yaşanan ekonomik dalgalanmalar ve enflasyon baskıları, 2025 itibarıyla fiyat ve maliyet yapıları üzerinde etkisini sürdürüyor. Artan navlun ücretleri, alternatif kaynak ülkelerde yükselen işçi ücretleri ve daha sıkı sürdürülebilirlik düzenlemelerine uyum zorunluluğu gibi kalemler, markaların kâr marjları üzerinde baskı oluşturuyor

Yani yakın coğrafyaya geçiş her ne kadar lojistik ve gümrük maliyetlerini azaltsa da, toplam maliyet denkleminde yeni değişkenler devreye giriyor. Bu durumda markaların verimlilik artırıcı önlemlerle (otomasyon, süreç iyileştirme, tasarım optimizasyonu vb.) dengeyi sağlaması gerekecek.


Bir diğer dikkat edilmesi gereken konu, ham madde tedariği. Konfeksiyon ürünlerinin üretimi için gerekli kumaş, iplik, aksesuar gibi girdiler halen büyük ölçüde küresel ticaretin konusu. Eğer bir marka dikim aşamasını Türkiye’ye kaydırsa bile, kullandığı kumaş veya aksesuarlar Çin veya Hindistan’dan geliyorsa, bu ara mallar da tarifelerden etkilenebilir. Bu nedenle şirketlerin tedarik zincirine bütünsel bakıp, kritik ham maddelerde de tedarik çeşitliliği sağlaması önem taşıyor. Aksi halde, son ürün üretimini yakına çekmiş olmak tek başına riski tamamen ortadan kaldırmayabilir.


Son olarak, jeopolitik belirsizlikler risk faktörü olmayı sürdürüyor. Trump sonrası dönemde dahi, ticaret politikalarının ne yöne evrileceği, yeni tarifelerin veya kısıtlamaların ortaya çıkıp çıkmayacağı kestirilemiyor. Yakın üretim bölgelerindeki politik istikrar da yakından izlenmeli; zira ani bir siyasi gerilim veya bölgesel kriz, oradaki üretimi aksatabilir. Örneğin, Kuzey Afrika’daki sosyo-politik gelişmeler veya Doğu Avrupa’daki durum, moda üreticilerinin ajandasında yer tutuyor. Dost ülkelerle ticaret (friend-shoring) kavramı sıkça dile getirilse de, günün sonunda her bölgenin kendi dinamikleri mevcut ve şirketler çok yönlü risk analizlerini sürekli güncellemek durumunda.


Özetle, moda sektörünün yeni tedarik paradigmaları, fırsatlar ve risklerin dikkatli yönetimini gerektiriyor. Doğru adımları atanlar için daha güçlü, hızlı ve sürdürülebilir bir tedarik zinciri ufukta beklerken, hazırlıksız yakalananlar için beklenmedik maliyetler veya aksaklıklar söz konusu olabilir.


Türkiye, Sürdürülebilir Üretimde Stratejik Üs

Bu yeni küresel düzende Türkiye, hem bölgesel konumu hem de üretim yetkinlikleriyle özel bir yerde duruyor. Yıllardır Avrupa’nın moda tedarik zincirine entegre olan Türkiye, mevcut kırılmayı fırsata çevirerek kendini sürdürülebilir ve güvenilir bir üretim merkezi olarak yeniden konumlandırıyor. Ülkenin köklü tekstil ve hazır giyim sanayisi, iplikten kumaşa ve nihai ürüne kadar uzanan tam entegre bir üretim altyapısına sahip. Bu durum, ham madde temininden nihai montaja kadar süreçlerin kontrol altında tutulmasına imkân vererek kalite ve hız açısından rakipsiz bir avantaj sağlıyor.


Coğrafi yakınlık ve lojistik kabiliyetler, Türkiye’nin önemini daha da artırıyor. İstanbul’dan Avrupa’daki ana dağıtım merkezlerine kara ve deniz yoluyla birkaç gün içinde ulaşabilmek, moda markaları için tedarik zincirinde büyük bir esneklik anlamına geliyor. Özellikle hızlı moda perakendecileri, Türkiye’de üretip aynı sezon içinde mağazalara ürün yetiştirebilme becerisini kritik bir rekabet unsuru olarak görüyor. Bunun yansımasını, büyük Avrupa markalarının Türkiye’ye artan siparişlerinde gözlemlemek mümkün. Türkiye’nin küresel tekstil üretimindeki payının son yirmi yılda ikiye katlanmış olması da bu uzun vadeli güvenin ve birikimin bir göstergesi​.


Türkiye ayrıca sürdürülebilir üretim konusunda da bölgesinde lider olma yolunda ilerliyor. Özellikle son yıllarda, Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü çevre ve sosyal uyum alanında ciddi yatırımlar yaptı. Birçok büyük üretici firma, uluslararası eko-etiket ve sertifikalara (OEKO-TEX, GOTS, BCI gibi) sahip olarak çalışıyor. Organik pamuk üretiminde dünya ikincisi olan Türkiye, sürdürülebilir hammaddelerin kullanımıyla ilgili altyapısını her geçen gün geliştiriyor. Enerji tarafında, OSB’lerde kurulan güneş enerji santralleri ve fabrikaların çatılarına yerleştirilen paneller sayesinde yenilenebilir enerji kullanımı yaygınlaşıyor. Bu sayede üretimde karbon ayak izi azaltılırken, dışa bağımlılık da düşüyor. Su tüketiminin yoğun olduğu alanlarda kapalı devre su döngüsü sistemlerine yatırım yapan tesisler, suyun arıtılıp tekrar kullanımını sağlayarak su tasarrufu elde ediyor. İş gücü boyutunda ise, Türkiye’de faaliyet gösteren işletmeler Avrupa’nın sıkı işçi hakları denetimlerine tabi olarak çalışıyor; kayıt dışı istihdamla mücadele, iş güvenliği standartlarının yükseltilmesi gibi konularda önemli mesafe alınmış durumda. Tüm bu adımlar, Türkiye’yi sadece hızlı ve kaliteli üretim değil, aynı zamanda sorumlu ve sürdürülebilir üretim arayan markalar için de cazip kılıyor.


Kaynaklar:

Comments


Top Stories

1/33
bottom of page