top of page

Neden İklim Yasası’na Hayır?

  • Yazarın fotoğrafı: BiModaHayat
    BiModaHayat
  • 2 gün önce
  • 9 dakikada okunur

Tarihler Eylül 2023 yılını gösterirken, genç iklim aktivistleri, fosil yakıtların yol açtığı türlerin yok oluşuna dikkat çekmek için sembolik mezar taşlarıyla eylem yapıyordu.

 

Dünya genelinde sel, kuraklık ve orman yangınlarıyla kendini hissettiren iklim krizi, Türkiye’de de her geçen yıl daha ağır etkiler gösteriyor. Uzmanlar, bu gidişatı durdurmak için güçlü bir iklim yasasına ihtiyaç olduğunu vurguluyor. Nitekim yakın dönemde seller, kuraklıklar ve büyük orman yangınları yaşayan Türkiye’nin ekonomisi, kamu sağlığı ve toplumu geri dönülmez zararlarla karşı karşıya kalabilir​. Böyle bir ortamda Meclis gündemine gelen İklim Yasası Teklifi, iddialı ismine rağmen iklim krizine etkili bir yanıt olmaktan uzak bulunuyor. Eleştirmenler, teklifin “adı iklim yasası olsa da içeriği iklim krizine çare değil, adeta iklim mücadelesine mezar okuyan* bir metin” olduğunu belirterek, yasanın mevcut haliyle yeşil yıkama ve oyalama aracı olacağı görüşünde birleşiyor.


Sosyal Adalet ve Gençlerin Katılımı Göz Ardı Ediliyor


İklim krizi sadece çevresel bir sorun değil; aynı zamanda ciddi bir sosyal adalet meselesi. Bu krizden en çok etkilenenler yoksullar, emeğiyle geçinenler ve temiz gıdaya-su kaynaklarına erişimi kısıtlı kesimler. Nitekim TBMM’de teklifi eleştiren muhalefet vekilleri, iklim krizinin en çok kırılgan kesimleri vuracağına dikkat çekerek, mevcut teklifin “ne doğayı ne de emekçiyi koruma amacı taşıdığını” dile getirdi. Aksine teklif, “büyük şirketlerin talepleri doğrultusunda ticari kaygıları gidermeyi hedeflemektedir” ve “Türkiye’nin karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik somut bir yol haritası sunmamaktadır​”diyorlar. Bu nedenle, iklim krizinin toplumsal etkilerine karşı kayıtsız bu yaklaşım, krizi derinleştiren eşitsizlikleri görmezden geliyor.


Teklifin hazırlık ve sunum süreci de katılımcılık ilkesinden yoksun bir tablo çiziyor. Gençlik örgütleri ve sivil toplum temsilcileri, yasa taslağının hazırlanırken kendilerinden görüş alınmadığını, bunun iklim adaleti mücadelesinin temel ilkesi olan katılımı ihlal ettiğini belirtiyor. Sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve akademisyenlerin katkısı olmadan hazırlanan teklif şeffaflıktan uzak ve demokratik meşruiyeti zayıf bir çerçeve sunuyor​. Dahası, gençlerin iklim politikalarındaki rolü tamamen yok sayılmış durumda. Gençler, iklim krizinden en fazla etkilenecek gruplardan biri olmasına rağmen, bu yasa tasarısında ne haklarına ne kırılganlıklarına ne de çözüm üretme kapasitelerine değiniliyor. Bu durum, iklim krizinin nesiller arası adalet boyutunun göz ardı edilmesi anlamına geliyor. Halbuki uzmanlar, iklim krizine karşı etkili ve adil politikaların geliştirilmesi için gençlerin sadece izleyici değil, karar alma süreçlerinde özne olarak tanınması gerektiğini vurguluyor. Gençlerin ve gelecekteki kuşakların haklarını korumayan bir iklim politikası, iklim adaleti hedeflerine ulaşamaz.


Öte yandan, iktidar teklife son anda “adil geçiş ilkesi” gibi kavramlar eklese de bunun içinin boş kaldığı belirtiliyor. Muhalefet milletvekilleri, adil geçiş ilkesinin tanımlanmasına rağmen gerçek bir mekanizma oluşturulmadığı için teklifin Anayasa’nın 2. ve 56. maddelerine aykırı olduğunu savundu. (Anayasa’nın 2. maddesi Türkiye’nin sosyal bir hukuk devleti olduğunu belirtir ve 56. maddesi de herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını güvence altına alır.) Bu bakımdan, sosyal adaleti gözetmeyen ve gençlerin sesini duymayan bir iklim yasasının, Anayasa’nın ruhundaki sosyal devlet ve çevre koruma ilkeleriyle çeliştiği ileri sürülüyor.


ETS: Emisyon Ticareti Eşitsizlik Yaratır mı?


Teklifin en dikkat çeken kısmı, şirketlere sera gazı salımı için belirli haklar tanıyarak bir Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kurulmasını öngörmesi. Kısaca, büyük kirleticilere bir karbon bütçesi verilecek, daha fazlasını salmak isteyen bunun bedelini ödeyecek ve kurallara uymayan cezalandırılacak. Kağıt üzerinde karbon fiyatlandırması iklimle mücadele aracı gibi görünse de, eleştiriler teklifin sadece bir karbon piyasası yaratmaya odaklandığı yönünde. Nitekim Bahçeşehir Üniversitesi’nden Doç. Dr. Serkan Köybaşı, “adı iklim kanunu ama iklim değişikliğini durdurmaya yaramayacak, yalnızca yeni bir piyasa yaratacak bir düzenleme” olduğunu vurguluyor​(ekonomigazetesi.com)*. Yasanın ikinci kısmındaki ETS bölümünün son derece ayrıntılı biçimde yazılması, buna karşılık emisyon azaltımı ve iklim hedeflerine dair somut adımların olmaması bu eleştiriyi doğrular nitelikte. Teklif, iklim krizini çözmek bir yana, “emisyon hakkını parayla satın alabilenlerin kirletme yetkisini artıracak” bir yapı getiriyor​. Bu da “kirleten öder” yerine “ödeyen kirletir anlayışını yerleştirebilir.


Böyle bir sistemin küçük işletmeler ve üreticiler açısından ciddi eşitsizlikler doğurabileceği endişesi var. Büyük şirketler, finansal güçleri sayesinde karbon kredisi satın alarak faaliyetlerine devam edebilecek. Oysa küçük ölçekli işletmeler aynı esnekliğe veya kaynaklara sahip olmayabilir; yeni mali yükler altında rekabet güçleri zayıflayabilir. Örneğin, ihracatçı büyük sanayi kuruluşları karbon piyasasını bir fırsat olarak görürken​, yerel esnaf ve KOBİ’ler artan maliyetler karşısında zorlanabilir. Yasa tasarısında, bu kesimleri koruyacak sosyal destekler veya adil geçiş fonları net olarak tanımlanmış değil. İklim adaleti perspektifinden bakıldığında, yükün adil paylaşılması gerekirken, teklif “kirletme hakkı”nı piyasa dinamiklerine bırakıyor. Bu ise gelir adaletsizliğini ve sektörel uçurumu derinleştirebilir: Parası olan kirliliğe devam ederken, olmayan üretimi kısar.


Muhalefet ve çevre örgütleri, sadece karbon ticaretine odaklanarak iklim krizinin çözülemeyeceğini vurguluyor. Gerçek bir iklim yasasının, emisyon ticaretinin yanı sıra bağlayıcı emisyon azaltım hedefleri, sektörlere özel dönüşüm planları ve fosil yakıtlardan çıkış takvimi içermesi gerekirdi. Oysa mevcut teklifte ne 2030 için ne 2040 için somut azaltım hedefi bulunuyor – 2053 net sıfır hedefi bile kanun metnine konmamış durumda.. Sonuç olarak, ETS odaklı bu yaklaşım iklim krizinin ana sorumlusu olan büyük kirleticileri sisteme dahil edip kâr ettirirken, gereken radikal emisyon azaltımını erteleyeceği için iklim açısından “kazananı olmayan” bir ticaret yaratabilir.


Tarım ve Hayvancılık Sektöründe Anayasal Endişeler


İklim Yasası Teklifi, tarım ve hayvancılık sektörü açısından da tartışmalara yol açıyor. Bir yandan teklif, hayvancılık kaynaklı metan emisyonlarını azaltmak amacıyla bazı düzenlemeler içeriyor. Örneğin, bu kapsamda getirilebilecek kısıtlamalar küçük ölçekli besicileri doğrudan etkileyebilir. Anahtar Parti İl Başkanı Korhan Özaydın’ın belirttiği gibi, “metan gazı gibi doğal kaynaklı salımlar nedeniyle hayvancılığı doğrudan hedef alan maddeler, hâlihazırda geçim mücadelesi veren üreticilerimizi daha da zor durumda bırakacak, sektörel küçülmeye ve yerli üretimin gerilemesine neden olacaktır”​. İklim krizinden en çok zarar gören kesimlerden biri olan çiftçilerin, aynı zamanda iklim politikalarının yükünü orantısız biçimde omuzlama ihtimali tepki çekiyor. Özellikle geçimlik tarım ve hayvancılıkla uğraşan kesimler, karbon piyasası ve sertifika uygulamaları gibi yeniliklere uyum sağlarken desteklenmezse, gıda üretiminde daralma ve kırsal yoksulluk artışı yaşanabileceği ifade ediliyor.


Diğer yandan, teklifin tarım politikalarına dair getirdiği bazı muğlak hükümler de endişe kaynağı. Özaydın, tasarıdaki “sertifikalı ürün” uygulamasının çiftçilerin ne ekeceklerine dahi karar veremez hale gelmesine yol açabileceğini savunuyor​. Bu, tarımda merkezi denetimi artırarak üretimin kamu yararı doğrultusunda sürdürülebilirliğini kısıtlayabilir. Küçük çiftçiler piyasa dinamiklerine daha bağımlı hale gelebilir ve tarımsal çeşitlilik olumsuz etkilenebilir. Özetle, iklim yasasının tarımda verimlilik ve sürdürülebilirlik sağlayacağı yerde, eğer yanlış kurgulanırsa yerli üreticiyi zayıflatan bir etki yaratmasından korkuluyor​


Bir diğer eleştiri ise teklifin, iklim krizinin halihazırda tarım ve kırsal hayat üzerindeki yıkıcı etkilerine karşı çözüm sunmaması. Türkiye’de kuraklık, yanlış su politikaları ve aşırı hava olayları nedeniyle verimli tarım arazileri ve meralar hızla tahrip oluyor. Ancak teklif, sulak alanların, meraların ve tarım arazilerinin yok oluşuna dair herhangi bir önlem öngörmüyor; bu nedenle muhalefet metnin geri çekilmesini istiyor​. . İklim krizine karşı dirençli bir tarım sektörü oluşturmak için gereken uyum (adaptasyon) politikaları, çiftçilerin eğitimi, alternatif üretim modelleri gibi hayati konular bu yasada yeterince yer bulmuş değil. Üstelik Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ilgili maddeleri, tarım ve hayvancılığın desteklenmesini ve doğal kaynakların korunmasını devletin görevi olarak tanımlarken, teklifin mevcut haliyle anayasal yükümlülükleri de yerine getirmediği öne sürülüyor. Hem Anayasa’daki sağlıklı çevre hakkı (md.56) hem de tarım kesimini koruma hedefi göz önüne alındığında, iklim yasasının tarım politikalarıyla ilgili yaklaşımının gözden geçirilmesi şart görünüyor.


Belirsiz Tanımlar, Muğlak Geçiş Süreci ve Danışma Kurulu Sorunu


Teklif teknik ayrıntılar ve tanımlar konusunda da önemli eksikler barındırıyor. İlk bakışta metinde “iklim adaleti” ve “adil geçiş” gibi önemli kavramlar yer alsa da, bunlar deklaratif düzeyde kalıyor. Uzmanlar, kanun teklifinin ilk bölümünde bu tür süslü kavramlara yer verildiğini ancak bunlarla ilgili hiçbir somut düzenleme olmadığını belirtiyor. Örneğin, tasarı iklim adaletinin önemine değinip iklim krizinden kadınlar, çocuklar, yaşlılar gibi grupların daha fazla etkileneceğini söylüyor; ancak bu kesimlerin nasıl korunacağına dair herhangi bir önleyici hüküm içermiyor​. Benzer şekilde “adil geçiş” ilkesi tanımlanıyor fakat karbon yoğun sektörlerde çalışan işçilerin işleri risk altına girdiğinde ne olacağı konusunda hiçbir mekanizma ortaya konmuyor. Sanki yasa yapıcılar “iklim çalışanları bu kavramları seviyor, biz de metne koyalım” demiş ama bu kavramları hayata geçirecek herhangi bir yükümlülük yaratmamışlar​.


Geçiş süreci ve hedefler konusunda da belirsizlik hakim. Türkiye’nin 2053 net sıfır emisyon hedefi, ironik biçimde, kanun teklifinin gerekçe metninde zikrediliyor ama kanun maddelerinde yer almıyor. Yani hedefin kendisi dahi bağlayıcı değil​. 2030, 2040 gibi ara dönemlere yönelik hiçbir kademeli hedef belirtilmemiş olması, iklim politikası vizyonunun eksikliğine işaret ediyor. Oysa Avrupa Birliği’nin İklim Yasası gibi örneklerde 2030 için %55 azaltım gibi somut ve bağlayıcı ara hedefler bulunmakta​. Türkiye’de ise bırakın ara hedefleri, net sıfır hedefinin kendisi bile kanun hükmü değil. Bu durum, iklim kriziyle mücadelede takvim ve hesap verebilirlik olmadan başarının mümkün olmayacağını gösteriyor. Ayrıca teklif, “ilgili kurum ve kuruluşlar gerekli önlemleri alır” gibi muğlak ifadelerle dolu; bu önlemleri hangi kurumun ne şekilde alacağı belirsiz durumda​. Kısacası, sorumluluk paylaşımları ve uygulanacak politikalar net değil. Kim, ne zaman, ne yapacak sorularının cevabı havada kalıyor.


Yasa teklifinde oluşturulması öngörülen yapıların da yeterince tanımlanmadığı eleştiriliyor. Özellikle Danışma Kurulu gibi mekanizmaların yapısı ve işleyişi muğlak bırakılmış durumda. Bu kurulda kimlerin yer alacağı, karar süreçlerine nasıl dahil olacakları net değil. Gençlik örgütleri, Danışma Kurulu’nun katılımcı, çoğulcu ve bağımsız olacak şekilde yeniden düzenlenmesini talep ediyor Aksi halde, bu tür danışma yapılarının göstermelik kalıp gerçek bir istişare işlevi görmeyeceği endişesi var. Örneğin, sivil toplum ve gençlik temsilcilerinin bu kurullarda koltuk sahibi olmaması, yine karar alma süreçlerinin kapalı devre devam edeceği anlamına gelecek. Teknik tanım eksiklerinin, belirsiz geçiş sürecinin ve muğlak danışma kurullarının olduğu bir yasa ise uygulamada başarısızlığa mahkum olabilir. İklim kriziyle mücadele ancak net hedefler, tanımlı sorumluluklar ve şeffaf-denetlenebilir mekanizmalar ile mümkün olabilir; teklifin mevcut hali bu kriterleri karşılamıyor.


Yasalaşma Sürecinde Şeffaflık ve Katılım Eksikliği


İklim Yasası Teklifi’nin hazırlanış ve Meclis’te görüşülme sürecine dair de ciddi eleştiriler var. Yukarıda bahsedildiği gibi, tasarı hazırlanırken sivil toplum, gençlik hareketleri, akademi ve meslek örgütleri süreçten büyük ölçüde dışlanmış durumda. Kamuoyu bilgilendirilmeden, paydaş katılımı olmadan hazırlanan böylesi hayati bir düzenleme, demokratik teamüllere aykırı bulunuyor. Aynı zamanda bu Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin temel ilkeleri ile de bağdaşmıyor. Yasalaşma sürecinin başından bu yana hükümetin gereken şeffaflığı sağlamadığı, tasarıyı apar topar Meclis’e getirdiği eleştirileri dile getiriliyor​. Nitekim Türkiye’nin dört bir yanında iklim için sesini yükselten gençler ve uzmanlar tasarıyı geç kalınmış ama eksik bir adım olarak nitelerken, Meclis’te iktidar teklifin detaylı tartışılmasına çok da alan tanımıyor.


Muhalefet partileri, teklifin komisyon ve Genel Kurul aşamasında daha kapsamlı değerlendirilmesi, bilimsel veriler ışığında revize edilmesi için önergeler sundu ancak bu çabalar iktidar çoğunluğu tarafından büyük ölçüde reddedildi. Örneğin, muhalefet milletvekilleri Genel Kurul’da teklife dair görüşlerini sunarken, iktidar sıralarının boş kalmasını protesto etti; bu da yasanın yeterince ciddiye alınmadan geçirilmeye çalışıldığı izlenimi yarattı.

Kamu ve sivil toplum katılımının yokluğu, yasanın uygulamada sahiplenilmesini de zorlaştırabilir. Zira iklim krizinin çözümü topyekûn bir toplumsal dönüşümü gerektirirken, hazırlanan yasanın dar bir bürokratik bakışla ve kapalı kapılar ardında kotarıldığı algısı da yaygın.


Hem muhalefet hem de çeşitli sivil oluşumlar, bu haliyle ilerlemesindense teklifin geri çekilip yeniden hazırlanmasını talep ediyor. CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, “Teklif geri çekilmeli, kapsayıcı ve tüm tarafların katıldığı yeni bir iklim kanunu hazırlanmalıdır” diyerek sürecin yeniden başlaması çağrısı yapıyor. Benzer şekilde farklı çevrelerden gelen Yasa, halka rağmen değil halkla birlikte yazılmalı mesajları giderek güçleniyor. Bu noktada, hükümete düşen toplumsal taleplere kulak vermek, iklim yasasını geniş bir istişareyle ve bilimsel veriler ışığında revize etmek olmalıdır. Aksi takdirde, eksik hazırlanmış ve dayatmayla çıkarılmış bir yasanın kâğıt üzerinde kalması veya Anayasa Mahkemesi gibi mercilerde iptal edilmesi riski söz konusudur​

 

Yeşil Dönüşüm İçin Toplumsal Dönüşüm Şart


İklim krizinin çözümü, yalnızca teknik düzenlemelerle veya karbon ticareti mekanizmalarıyla sağlanamaz. Gerçek bir yeşil dönüşüm, toplumun tüm kesimlerini içine alan köklü bir dönüşümü gerektirir. Türkiye’nin ilk iklim yasası, adı ne kadar iddialı olursa olsun, ancak sosyal adalet odaklı ve katılımcı bir içerikle anlam kazanacaktır.


Bu bağlamda, uzmanlar ve aktivistler yol gösterici bazı adımlar öneriyor:

·         Öncelikle piyasa odaklı yaklaşımlar yerine kamu yararını esas alan adil dönüşüm politikaları geliştirilmeli.

·         Fosil yakıtlardan çıkış takvimi net biçimde belirlenirken, bu süreçte etkilenecek emekçiler ve küçük işletmeler için sosyal koruma ve destek mekanizmaları tanımlanmalı.

·         İklim Yasası, Türkiye’nin Paris Anlaşması kapsamındaki sorumluluklarına uygun şekilde bilimsel ve iddialı hedefler içerecek biçimde yeniden düzenlenmeli; 2030, 2040 gibi ara hedefler yasa metnine eklenmeli​

·         Gençlerin ve sivil toplumun karar alma süreçlerine etkin katılımı yasal güvenceye kavuşturulmalı​.

·         Yasa metnine insan hakları, kuşaklar arası adalet ve çevresel adalet ilkeleri açıkça dahil edilmeli; iklim krizinden en az sorumlu ama en çok etkilenen kırılgan gruplar için özel önlemler tanımlanmalı​

Elbette ki tüm bunlar, kağıt üzerinde kalmaması için, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışıyla uygulanmalıdır. Yeşil dönüşüm, ancak toplumun geneli bu dönüşümün öznesi haline gelirse mümkün olacaktır.


Gençlerin “iklim için şimdi harekete geç” çağrıları, küçük esnafın “sürdürülebilir ekonomi istiyoruz” talepleri, çiftçinin “toprağımızı ve suyumuzu koruyalım” feryadı ortak bir noktada buluşuyor: Daha adil, daha yeşil bir gelecek istemi.


Bu istemi hayata geçirmek ise yasaları yazanların görevi. İklim Yasası Teklifi, bu eleştiriler ışığında revize edilip güçlendirilmezse, “adı var kendi yok” bir düzenleme olarak kalacak. Gerçek bir iklim yasası, ancak gerçek bir toplumsal dönüşümün parçası olursa başarıya ulaşabilir. Bu da hükümetten iş dünyasına, sivil toplumdan bireylere kadar herkesin sürece dahil olduğu, şeffaf ve katılımcı bir seferberlikle mümkün. Unutmayalım: İklim krizine karşı güçlü bir yasa, sadece metindeki maddelerle değil, yarattığı toplumsal bilinç ve kararlılıkla anlam kazanır. Şimdi yapılması gereken, iklim yasasını bir “cenaze namazı” olmaktan çıkarıp geleceğin yaşam rehberi haline getirmektir. Bu da ancak kamuoyu baskısı ve ortak mücadeleyle mümkün olacaktır. !


Ek Bilgiler


“Mezar okuyan” ne demek?

Bu deyim, ölüme son kez eşlik eden bir dini ritüel olan cenaze namazını ifade eder. Bir şeye “mezar okuyan metin” denildiğinde, onun artık sona erdiği, umut bırakmadığı, hatta o alandaki mücadeleyi sembolik olarak bitirecek ya da öldürecek bir içerikte olduğu ima edilir. Yani burada "iklim mücadelesine mezar okuyan bir metin" demek, iklim kriziyle etkin mücadeleyi teşvik etmek yerine, onu etkisizleştiren ve sembolik düzeye indirgeyen bir yasa teklifi anlamına gelir.

Comments


Top Stories

1/34
bottom of page